Nefs’lerimizin imparatorluk kurduğu bu çağda ne kadar da muhtacız samimiyet ve fedakârlık hasletlerine.
İdeolojik söylemlerimiz, düşüncelerimiz kendimize göre hep karşıdakinden daha üstün. Sözüm ona hepimiz bulunduğumuz davanın neferleriyiz. Lakin içi boşaltılmış bir ideolojinin ayak sesleriyiz bugünlerde.
Kimse kimsenin inancına, davasına, görüşüne saygı duymuyor tam olarak. Hep bir nefret kuşanmışlık halindeyiz. Bilenmiş hazırda bekliyoruz adeta, kimsenin kimseye tahammülü yok. Arkadaş arkadaşa insan insana konuşurken bile savaş halindeyiz. Hepimiz ahir zaman insanlarıyız eyvallah! Fakat ruhumuzun kıyameti çoktan kopmuş durumda.
Benlik imparatorluğu kurmuş; zirvede hep tek’i oynuyoruz. Oysa aklımız yalnız, ruhumuz yalnız, bedenlerimiz yalnız. Kendimize bile yabancı fakat benlik dağının eteklerinde olanca kibrimizle oturuyoruz. Kapatmaya çalışıyoruz acizliğimizi, 'ötekini' değersizleştirerek. Birbirimizi anlamaya, birbirimizde sükûn bulmaya, dinlenmeye, demlenmeye ne kadar da muhtacız. Ne acıdır ki birbirimize muhtaç olmayı bile zayıflık sandığımız günden beri 'dostluk' denen kavramın lügatımızda bile yeri yok nerdeyse. Karşımızdakini yok sayma revaçta. Şatafat, debdebe, görkemli hayat, lüks yaşam, zihinlerimizi ablukaya almış, hepsi birer put olmuş kuşatmış ruhumuzu. Oysa yeniden dirilişe ihtiyacımız var. Enaniyet duygusundan sıyrılarak önce kendimize, sonra çevremize, sevdiklerimize samimiyetin ve diğerkamlığın kapılarını sonuna kadar açmalıyız. Ruhumuzun iyileşmeye ihtiyacı var.
Sevgiyle beslenmeye, empatiyle geliştirilmeye, sadakatle devleşmeye ihtiyacı var. Özümüzde olan bu güzellikleri uzakta aramaya hiç gerek yok. Kendi iç dünyamıza yöneldiğimizde o sonsuz hazine kapılarını bize sonuna kadar aralayacak ve sonsuz bir muhabbetle karşılayacaktır.
Yeter ki buna inancımız tam olsun. Derviş Yunus’unda dediği gibi ‘Gönüller yapmaya geldim’ şiarıyla haydi inşa etmemiz gereken o gönüllere girelim, gönülleri mamur edelim.
Yol uzun vakit kısa vesselam…