Kendimden yorulduğum günlerdeyim demiş Cahit Zarifoğlu, oysa bu çağı daha görmeden.
Bu çağın insanı daha yorgun daha çaresiz. Adına yaşamak denen bir oyunun içinde. Peki nedir yaşamak?.
Kendi gurbetinde yaşamanın adıdır yaşamak. Kimseye değmeden, dokunmadan, çarpmadan yaşamanın adıdır.
Kendine açılan bir pencereden, gizli bir alemden, derin bir ufuktan, sayısız sırlarlarla canhıraş boğuşmanın adıdır yaşamak.
Ukba yolcusu olduğunu bilip, hayatın anahtarının neyle açılacağını, gizli şifrelerin neyle çözüleceğini, kapıların ardına kadar neyle aralanacağını sezmektir yaşamak.
İnsan bir alemse; alemin de insansız ne beyhude bir tarla olduğunu kavramaktır yaşamak.
Öylesine nefes almak değil, içine sonsuzluğu çekmek, ölümsüzlüğü tatmaktır yaşamak.
Koca bir dünyanın en küçük ve en onulmaz zerresini taşımak, içsel yolculuğumuzda bizi onaran seferlere çıkmaktır, yaşamak.
Sonsuzluk çizgisine inanıp,” öte” bilinciyle sımsıkı imana tutunmaktır yaşamak. Tüm zayıflıklarımıza rağmen pişmanlıklarımızın örümcek ağ gibi sardığı, günahlarımızın kapkara kapladığı o defterden adımızı sildirmenin derdine düşmektir yaşamak.
Ölümü ötelere attığını sanıp sayısız rızık veren toprağın bir gün gözlerimizi de dolduracağı gerçeğini bilmektir yaşamak. Kefil olunan dünyalığın aslında birkaç metre kefenden ibaret olduğunu sezmektir yaşamak.
Kötülüklerin miras bırakıldığı bu çağda yeniden insanlığı inşa etmenin adıdır yaşamak.
Ünsiyet kurmanın kemaline ermektir yaşamak. Maddeden manayı çıkarmak, noksanını bilip tamamlanmayı bir bilenden anlayıp kavramaktır yaşamak.
Kaderin gayrete tabi olduğunu bilerek, gayret kuşanıp kendini adamanın adıdır; yaşamak.
Ruhumuzu kaybettiğimiz iklimlerden yeni bir bahar devşirmenin adıdır yaşamak. Bildiğimiz kelimelerle bilmediğimiz bir hikâyenin, en cılız figürünü oluşturmaktır yaşamak.
Zamanın en gizli sırlarıyla sonsuzluğu kucaklamanın adıdır yaşamak.