“Oynanmayan Süper Kupa Finali”… Bu başlığı ne kadar sık görüyoruz değil mi son günlerde? Geçtiğimiz ay meydana gelen –veya gelemeyen- bu kriz, federasyonun son aylardaki kötü yönetimlerinin en büyük(!) eseri olarak tarihe geçmiştir. Bu dönem sonucunda federasyona tepkiler artmış ve Büyükekşi, bu kara dönemin tek sorumlusu ilan edilmiştir. Elbette Büyükekşi’nin suçu yadsınamayacak kadar büyüktür fakat gerçekten de “Oynanmayan Süper Kupa”nın tek günah keçisi Federasyon Başkanı mı? Gelin bu sorunun yanıtını o süreci incelerek birlikte arayalım.
20 Ekim Cuma günü imzalanan protokol ile Süper Kupa Finali’nin Riyad’da oynanması kararlaştırılmıştı. Kulüplerin ve Türkiye Futbol Federasyonu’nun ortak onayı ile alınan bu kararın alınış aşamasında; ekonomik koşullar ön planda tutulmuş, diğer detaylar göz ardı edilmişti.
Bu sürecin öncesine gidersek Türkiye Futbol Federasyonu’nun, başta Almanya’ya olmak üzere birkaç ülkeye teklif götürdüğü bilinmektedir fakat nihayetinde pek çok Avrupa ülkesinin, bu önemli finali ülkesinde oynatmaya sıcak bakmaması, Federasyon yönetiminin iletişimdeki eksikliğini göstermektedir. Gerekli taahhütleri vermekte zorlanan Federasyon, futbolumuzu ülke dışına güzel yansıtamamıştır. Ülke futbolumuzun son yıllarda dünyaya cazip görünmemesinin nedeni, düşünülmesi gereken ayrı bir başlık olarak yerini almaktadır.
20 Ekim’de Süper Kupa Finali’nin protokolünü imzalayan yalnızca Federasyon değildir. Sözleşmenin diğer tarafı olan Fenerbahçe ve Galatasaray kulüpleri, kasım ayında yaptıkları divan toplantılarında kendilerine gelen tepkiler üzerine bu yılın cumhuriyetimizin 100. yılı olduğunu hatırlamıştır. Bu anımsamanın sonucunda ise güzide iki kulübümüz, finalin ülkemizin Cumhuriyet tarihi ile ilişkili olan şehirleri başta Ankara, Samsun olmak üzere Kuzey Kıbrıs Türk Cumhuriyeti ve Azerbaycan’da oynama isteklerini kamuoyunda paylaşmışlardır. Cazip görünen bu teklifle kamuoyunun ve taraftarlarının gönlünü kazanan kulüpler, bir yandan Federasyonu yalnız bırakmıştır.
Maç sürecinde yaşananları Fenerbahçe A.Ş. başkanı Ali Koç, Habertürk TV ekranında katıldığı programda anlatmıştır. Başkanın anlatımına göre kulüpler, antrenmanda giyecekleri tişörtleri hafta içi belirtmiş; bazı gazetelerde yer alan iddiaya göre ise federasyon, kulüplerin bu talebini Suudi yetkililere Cuma günü iletmiştir. Suudi yetkililerin bu duruma karşı çıkması sonucunda Fenerbahçe ve Galatasaray kulüpleri saygı duyulacak bir duruş göstermiş, ardından Süper Kupa maçının ertelenmesine karar verilmiştir.
Maç günü yapılan toplantının saatler sürmesi ve kamuoyunun uzun süre yetkili mercilerden hiçbir bilgi alamaması, spor medyamız ve kamuoyunda birçok spekülatif haberin oluşmasına sebebiyet vermiştir. Bu başarısız yönetilen sürecin sonunda Federasyon, Süper Kupa’nın yayıncı kuruluşunun gülünç duruma düşmesine sebep olmuştur. Kendilerine verilen görevlerinin başında, son gelişmeleri güncel ve hızlıca kamuoyuna bildirmek olan yayıncı kuruluş; konu hakkında bilgi edinememiş ve yayın ilkeleri gereğince yayınlarında, ortaya atılan iddialara yer verememiştir. Bu durumun sonucunda ise maçın o gün oynanmayacağı neredeyse kesinleşmiş olduğu anlarda dahi yayıncı kuruluşun “Halen maç oynanabilir” gibi gereksiz umut aşılamalarına şahit olduk. Tüm kanallar maçın iptalini konuşurken gündemden geride kalan tek kanalın A Spor olması, ülkemizde spor medyasının geleceği hakkında kafalarda soru işareti oluşturmaktadır.
Maçın iptaline neden olan “Atatürk tişörtü krizi”, hem federasyonun süreci başarısız ve doğaçlama yönetmesi hem de kulüplerin rehaveti sonucu meydana gelmiştir. Bu rehaveti de yine Fenerbahçe Spor Kulübü Başkanı Sayın Ali Koç’un Mehmet Akif Ersoy’a konuk olduğu programda görüyoruz. O konuşmada Ali Koç, konu ile ilgili başvuruyu salı günü yaptıklarını belirtmiştir. Buna karşın maçta çıkılacak pankartı, sahaya çıkacak çocukların tişörtlerini, program akışını maç günü değiştirmekte bir sorun görmeyen Federasyon ise kulüplerin bu talebini “FIFA Kuralları gereği” reddetmiştir. Bu cevap, ülke futbolumuzun kurallardan bağımsız yönetildiğinin önemli bir kanıtı olup spor yönetimlerimiz açısından da oldukça düşündürücüdür.
Son aylarda Türkiye Futbol Federasyonu; ülke futbolumuzu dünyaya rezil eden birçok olayda sessiz kalmış, bir bakımdan da olayların oluşmasına müsaade etmiştir. Federasyonun bir iki kınama açıklaması dışında ne Hakem Umut Meler’e darp olayında ne de Süper Kupa maçı hakkında dişe dokunur bir açıklaması veya eylemi bulunmaktadır. Süper Kupa Finali hakkında olayları açıklayan tek kurum Cumhurbaşkanlığı İletişim Başkanlığıdır, fakat Başkanlığın açıklaması da yetersizdir. Çünkü açıklama yapması gereken asıl kişi; imzalanan protokolü değil kamuoyuna, kulüp yöneticilerine dahi göstermekten çekinen bütün olayların merkezinde yer alan Mehmet Büyükekşi yönetimindeki TFF yönetimidir. Zaten yıllardır kartopu misali büyüyen kötü yönetim zinciri, Büyükekşi döneminde çığa neden olmuş; bu çığ tüm dünyada yankı bulmuştur.
Yazımın başında sormuştum hatırlarsanız “Tek günah keçisi Mehmet Büyükekşi midir?” diye, değildir kıymetli okurlar. Elbette Mehmet Büyükekşi, yönetimde yaptığı hatalar nedeniyle istifa etmelidir. Fakat artık yönetimlerden istifa edecek isim değil onun yerine gelecek isim önemlidir. Çünkü Futbol Federasyonun başarılı yönetilen dönemini bulmak son yıllarda oldukça zordur. Yalnızca yeni gelecek yönetimin değil federasyonun iletişim ekibinin de alanında uzman kişilerden oluşması ve iletişim ekibinin federasyonda aktif görev alması, kriz yönetimi açısından son derece kıymetli olacaktır.
Şu ana kadar olan bütün olayların tek suçlusu olarak federasyonu düşünüyoruz. Lakin bu sürecin tek bir sorumlusu varmış gibi düşünmek, mevzubahis süreçlerin diğer paydaşlarını es geçmemize neden olur. Bütün süreçleri doğaçlama yöneten Federasyon, emrivakiyle kulüp yöneten kulüp yöneticileri, hakem dövdüğü için başkanı alkışlayan taraftarlar, kalitesi gittikçe düşen, sporun her dalını görev edinmekten yalnızca dört takımın belli haberlerini vermekle yetinen spor medyamız…
Bu kaotik ortamda federasyonun bağımsızlaşması ve güçlenmesi, kulüplerin kendilerine baskı yapmasını engellemek ve futbolumuzun tartışmalarını minimuma indirmesi açısından önemlidir. Sadece bu ilkeyi uygulayabilmek dahi futbolumuz için önemli bir adım olacaktır.
Bağımsızlaşan federasyonda alanında uzman isimlerin yönetimlerde yer aldığı, “Aynı tas aynı hamam” anlayışından çıktığımız günleri görebilmek dileğiyle…
Yüreğine sağlık Alitan Doğruya doğru
Gerçekten güzel yazı ????????????