Siyah denince aklınıza ne geliyor? Sizi bilemem ama benim aklıma; yakın zamanda ortaya çıkan ve Samsun’da gittikçe yaygınlaşan siyah bina furyası, bazı markaların modernleşme adı altında bazı ürünlerine, hatta logolarına eklediği, spor kulüplerinin adeta zorunluymuşçasına formalarının bir yerine takıştırdığı, hatta formalarının birinin ana rengi yaptığı, yine mecburiymişçesine özel gün veya etkinliklerde davetlilerin kıyafetlerinin olmazsa olmaz rengi olması geliyor.
Siyahın bu kadar yerde birden olmasının gerekliliği veya eklendiği yerlere ne kadar yakıştığı tartışma konusudur. Şunu açıkça söylemeliyim ki siyahın hayatımızın her yerine bu kadar montelenmesi benim içimi karartıyor, hele ki bu dönemde.
Hazır lafı geçmişken sizlere bir sorum daha olacak. Peki Kara denince aklınıza ne geliyor? Yanıtınız çok yüksek ihtimalle Karadeniz insanı, çayı, fındığı, horonu, yemekleri, gelenek-görenekleri olacaktır, en azından yakın zamana kadar. Ancak geçtiğimiz günlerde yaşanan sel felaketi yalnızca binaları değil, Karadeniz'in bizlere anımsattığı o güzel düşünceleri de götürdü. Şiddetli yağışın neden olduğu selde, ben bu yazıyı yazarken, maalesef 81 kişi hayata gözlerini yumdu. Umuyorum ki ne siz bu yazımı okurken ne de ondan sonrasında bu sayıda bir artış olmaz. Yurdumuzun güneyinde orman yangınlarına karşı büyük bir nimet olabilecek yağış, Karadeniz için birçok hayatın kökünden değişmesine, kimi hayallerin o sularla beraber akıp gitmesine sebebiyet verdi.
Karadeniz sular içinde kalırken Akdeniz başta olmak üzere birçok yerde ciğerlerimiz yandı. Yaklaşık 1 ay süren orman yangınları için resmen seferberlik ilan edildi. 81 ilden itfaiye ekipleri yangına müdahale etmek için geldi, orman ekipleri canını dişine taktı, bölge halkı ve yurdun dört bir yanından yangına müdahale için gelen vatandaşlar ellerinden gelenin fazlasını yaptı. Bu vatandaşlar arasında ünlü isimler de vardı; kimisi halkın acısını dinleyip onlara destek oldu, kimisi yangına doğrudan müdahale ederken kimisi de yardım kampanyalarının geniş kitlelere duyurulması için önayak oldu. Hepsine teşekkür etmeyi kendime bir borç bilirim.
Afetler kontrol altına alındığına ve halk, yüzleştiği afetin yol açtığı zararları gidermeye çalıştığına göre şöyle bir oturup bazı şeyleri düşünmemizin zamanı gelmedi mi sizce de?
Yıllardır bakanlarımızdan uzmanlarımıza kadar herkesin bizleri sürekli “Biz afet ülkesiyiz.” veya “Afetlere karşı hazırlıklı olmalıyız.” tarzındaki uyarılarına rağmen neden tedbir almakta geciktik?
Ne için uzun zamandır ana gündemimiz olması gereken küresel ısınmayı hep arka plana atıyoruz?
Neden yerleşim planlamalarımızı yaparken olası afetlerin gerçekleşme ihtimalini göz ardı ediyoruz?
Herhangi bir afet olma ihtimaline karşı envanterimizin daha fazla olması gerekmez miydi?
Daha önce yaşanan kundaklama olayları düşünülerek, hele ki küresel ısınmanın hızının azaltılmasındaki önemini varsayarak ormanlarımızın üst düzey tedbirlerle korunması gerekmez miydi?
Evet, belki bu sorulara daha birçok soru ekleyebilir, konuyla alakalı eleştiri yapabiliriz ancak bunları yaparken şu noktaya dikkat etmeliyiz: Yıkıcı değil yapıcı olmak. Çünkü yıkıcı olmak bizi keşmekeşliğe sürükler ve bizi kısır döngüden öteye götürmez. Bu durumun tam tersini yaptığımız yani yapıcı olduğumuz vaziyette ise sorunlarımızı daha sağlıklı bir biçimde tespit edebilir, tespit edilen sorunların çözülmesi için daha rahat adım atabiliriz.
Bir sonraki afetin ne zaman geleceğini bilemeyiz sevgili okurlar; belki önümüzdeki sene, belki de önümüzdeki gün… Bu yüzden kararlarımızı verirken, tedbirlerimizi alırken ivedilikle davranmalıyız. Çünkü tedbir alınmayan her gün riske giriyoruz demektir. Eğer tedbiri bir an önce almazsak giden gittiği yağmurla geri dönemez, biz de yağmurlara daha çok küser dururuz.