Siyasetin yönünü iyi belirlemek gerekir. Sadece hedeflerini açıkça ve net ifade edebilenler bu hedeflere ulaşabilir ve başkalarını da etkileyebilir. Siyasi parti programları, parti politikalarının geleceğinde yol gösterici nitelikte olup, toplumsal önemine atfen değerlendirilmesi gerekir.
Siyasal partilerin ilke, bakış açısı ve politikaları konusunda fikir veren parti programı, partinin kimliğini oluşturur. Parti programları ile partinin düşünceleri konusunda vatandaşlara genel bir fikir sunulmakta, partinin diğer partilerden ayrıştığı temel değerler ve toplumun talepleri doğrultusunda ortaya konulan öneriler (iktidar olunması halinde hükümet programlarına da yansıyacak olan) bu metinler aracılığıyla seçmenlere aktarılmaktadır.
Cumhuriyet Halk Partisinin (CHP) mevcut parti programı, kurumsal web sitesi üzerinden PDF formatında kitap olarak paylaşılmakta ve 349 sayfadan oluşmaktadır. Mevcut program 2008 yılında CHP'nin 14. Olağanüstü Kurultayı’nda oylanarak yürürlüğe girmiştir. Programdaki değişikliklerin "hızlı bir biçimde yapılmasına yönelik eleştiriler" üzerine Dönemin Genel Başkanı Deniz Baykal; “Bu değişiklikler, özellikle sosyal demokrat dünyada programda yer alan maddeler yaşama geçtiği için değil de dünya şartlarında çok köklü değişiklikler yaşandığı için program değişiklikleri olur. Alman Sosyal Demokrat Parti'deki Frankfurt programı bu çerçevede değişiklikler ortaya koyar.
Klasik Marksist çizgiyi bırakırlar, sosyal demokrat çizgiye geçerler, bu tarihi bir kırılmadır. O nedenle bu dönüşümün kapsamlı bir şekilde ele alınması zorunluluğu vardır. Bizim program değişikliğimiz, bu denli köklü bir ideolojik kırılma anlamına gelecek bir program değişikliği niteliğinde değildir. Yine Atatürk ilkelerine ve çağdaş sosyal demokrat ilkelere bağlı bir program değişikliği yapılmıştır." diyerek aslında sınırlı bir çalışma yapıldığını ifade etmiştir.
Genel hatları itibariyle CHP Parti Programı; Türkiye’nin mevcut durumuna ilişkin bir tespitin yapılmadığı, bütüncül ve sistematik bir yaklaşımın olmadığı, mümkün olduğunca çok konuda öneri getirmeye çalışan ve bu nedenle fazla uzun olan, kavranılması ve aktarılması zor, bazı konularda modern sosyal demokrasi ilkeleriyle (sosyal demokrasi din, mezhep ve etnik kimlik üzerinden siyaset yapılmasını kabul etmez, sosyal demokrasinin temelinde sınıf mücadelesi vardır) çelişen, okuyucunun zihninde “iktidar değişikliğinin mutlaka gerçekleşmesi ve CHP’nin ülkeyi yönetmesi” algısını oluşturamayan bir formdadır.
20. Olağanüstü Kurultay’da (6-7-8 EYLÜL 2024) kabul edilen Parti Tüzüğü Kuruluş ve İlkeler Madde 1, Fıkra 4’de CHP kendisini; “Cumhuriyet Halk Partisi, başta Kurtuluş Savaşımız olmak üzere Aydınlanma ideallerini, emek mücadelelerini, sosyal demokrasinin özgürlük, eşitlik ve dayanışma ilkelerini benimseyen çağdaş demokratik sol bir siyasal partidir.” diyerek tanımlamaktadır. (Bu madde 9-10 MART 2018 tarihli 19. Olağanüstü Kurultayda kabul edilen tüzükte de aynıdır.)
Mevcut Parti Programı sayfa 24’de ise CHP kendisini; “Cumhuriyet Halk Partisi, Sosyal Demokrasinin evrensel değer ve kurallarını benimseyen, onları yaşama geçirmeyi amaçlayan bir Sosyal Demokrat Partidir. Yani sosyal demokrasinin çağdaş evrensel değerlerini her koşul ve ortamda sahiplenir, politikalarında rehber olarak değerlendirir.” şeklinde tanımlamaktadır.
Demokratik Sol ve Sosyal Demokrasi farklı kavramlardır.
CHP özellikle çok partili hayata geçişten sonra değişen toplumsal, siyasal ve ekonomik koşullar nedeniyle dönem dönem farklı kavramlar kullanmıştır. 1960’larda “ortanın solu”, 1970’lerde “demokratik sol”, 90’larda “yeni sol” ve 2010’larda “yeni CHP”. (CHP’nin tarihsel kimlik kırılmalarına dair detayları CHP'li Olmak başlıklı köşe yazımda bulabilirsiniz)
1980 öncesi CHP’de dönüşümün inşacısı olan Bülent Ecevit, “sosyal demokrat” yerine “demokratik sol” kavramını tercih etmiştir. Ahmet Taner Kışlalı 7 Haziran 1992 tarihli Cumhuriyet Gazetesi’nde yayınlanan “Demokratik Sol mu? Sosyal Demokrasi mi? köşe yazısında bu konuyu; “Sayın Ecevit’in, demokratik sol nitelendirmesini sosyal demokrasi etiketine tercih etmesinin iki nedeni var. Sosyal demokrasinin Marksist kökenleri ve demokratik sol deyiminin eski CHP tarafından resmen benimsenmiş oluşu.” diyerek ifade etmiştir.
Bülent Ecevit’e göre, “Demokratik Sol” akım Türkiye’de, ülkenin nesnel koşullarına dayanan, dogmacılık ve özenticiliğe kapılmayan yerli bir sol düşünce akımı geliştirilmesi ihtiyacından doğmuştur. Demokratik sol, gerek köken itibariyle ve gerekse ilkeler itibariyle sosyal demokrasiye bir karşı çıkış olarak ifade edilmiş ve sosyal demokrasinin Marksizm geleneğinden gelmesine karşılık, demokratik sol köylülük, kırsal üretim ilişkileri ve köyle özdeşleşmeyi yeğlemiş ve bütün bunlar ele alındığında, demokratik solculuk merkez sağdan, yalnızca bazı kavramları daha çok telaffuz etmesiyle ayrılan bir kapsama ve söyleme ulaşmıştır. Aslında CHP’de, sosyal demokrasinin alternatifi iddiasıyla 1980’den önce geliştirilen “Demokratik Sol” kavramı, partinin yeni kitleleri kucaklayabilmek için yaptığı ideolojik bir manevra görüntüsündedir.
(Şahsi kanaatim ise; 1965 genel seçimlerinde Süleyman Demirel “Ortanın Solu, Moskova Yolu” diyerek, topluma CHP’yi “moskof destekli bir öcü” olarak lanse etmeyi başarmıştı. Sanırım o dönemde bu durumu bizzat yaşayarak tecrübe eden Bülent Ecevit, benzer bir antipropaganda ile karşılaşma endişesiyle, Marksizm’den kaynaklanmadığını göstermek için sosyal demokrasi yerine “Demokratik Sol” kavramının kullanılmasını tercih etmiş olabilir.)
Deniz Baykal’ın Genel Başkan olduğu CHP ise; partinin terminolojisinde sosyal demokrasiyi barındıran, ilke ve politikalarının programatik temsilinde İngiliz İşçi Partisi’nden ödünç alınan “Yeni” ekiyle Halkçı Popülist Yeni Sol bir parti şeklinde var oldu. Tabandaki eski CHP nostaljisi Yeni Sol’la harmanlanıp, gelenekle geleceğe taşınmak istense de bu arayış partinin ideolojik kimliğini Halkçı Popülizm çerçevesine sıkıştırmıştır.
Genel Başkan olduğu dönemde Kemal Kılıçdaroğlu üst perdeden “Ben sosyal demokratım arkadaşlar, CHP de sosyal demokrat bir partidir." diyerek aktivist sosyal demokrat kimlik inşasına başladı. CHP Kılıçdaroğlu döneminde, Türkiye’nin temel sorunlarına yaklaşım ve geliştirdiği çözüm önerileriyle, özellikle sosyal devletin inşasına yönelik projeleriyle tipik bir sosyal demokrat partinin tahayyülleriyle de bire bir örtüşen adımlar atmıştır.
CHP Genel Başkanı Özgür Özel’in, sık sık CHP’nin sosyal demokrat parti olduğundan, sosyal demokrat değerlerden bahsetmesini, Avrupa Birliği ilişkilerinde sürekli olarak CHP’nin sosyal demokrat kimliğini vurgulamasını önemsiyorum. Çünkü Türkiye’nin her zamandan fazla sosyal demokrat bir CHP’ye ihtiyacı var.
CHP’nin kökleri, Batı Avrupa’daki sosyal demokrat partilerin aksine işçi sınıfının örgütlü mücadelesine değil bağımsızlık savaşı veren bir ülkenin direnişçi güçlerinin ülkeyi işgalden kurtarmak amacıyla birleşmesine dayanmaktadır. Öncelikli amaç, ülkenin işgalden kurtarılması olduğu için, dönemin toplumsal ve ekonomik zorunluluklarının da etkisiyle parti, sınıfsal bir ayrılıktan ziyade bütün toplumu kapsama ve temsil etme iddiası ile ortaya çıkmıştır. Sosyal demokrasiyle CHP arasındaki ilişki çok sonra kurulmuş olsa da CHP’nin ‘altı ok’ olarak da bilinen ilkelerini, 1970’lerden itibaren demokratik solculuk ve sosyal demokrasi ile tamamlaması yapay bir eklemleme değil, tarihsel süreçle gelişen organik bir bütünleşmedir.
Atatürk’ün, 1920’li ve 1930’lu yıllarda halkçılık ve devletçilik ilkeleriyle ve karma ekonomik model uygulamasıyla, Batı Avrupa’da 1960’larda ve 1970’lerde gelişen sosyal demokrasiyi öncelediği söylenebilir. Mustafa Kemal kurduğu partiyi sosyal demokrat olarak hiç tanımlamadı. Çünkü, Atatürk’ün yaşadığı yıllarda sosyal demokrasi, komünizme oldukça yakın bir yerde duruyordu. Cumhuriyet Halk Partisi 9 Eylül 1923’te Halk Fırkası adıyla kurulduğunda Millî Mücadele büyük ölçüde tamamlanmış, Cumhuriyet’in ilanına az bir zaman kalmıştı. Mustafa Kemal Atatürk, Cumhuriyet Halk Partisi’ini iki amaçla kurmuştu: Birinci amaç, egemenliği millete, halka mal etmenin mekanizması olarak kurulan Meclis’le birlikte çalışacak “direnişçi, çağdaşlaşmacı, cumhuriyetçi” bir “fırka” yaratmaktı.
İkinci amaç, Osmanlı’nın mirası olan, eşraf, ayan ve köle köylülerden oluşan Din-Tarım toplumu yapısını çağdaşlaştırmakta kullanılacak bir örgüte sahip olmaktı. Bu nedenle, gerçekleşmesi Batı’da 400-500 yıl alan Endüstri Devrimi’ne Türkiye Cumhuriyeti’ni hızla taşımak için 6 Ok reçetesi hazırlandı.
“Cumhuriyetçilik” ilkesi ile “Çağdaş Demokrasiler” hedefleniyordu. O dönemde hem Padişahlık Rejimi’ne karşı olmayı vurguladığı hem de Fransız Devrimi’nde Demokrasi yerine yaygın olarak kullanıldığı için, Cumhuriyet terimi tercih edilmişti.
“Sınıflı” toplum ve “sınıf mücadelesi” kavramlarını reddeden, Fransız Devrimi’nin Özgürlük, Eşitlik, Kardeşlik (Fransızca’da, “liberté, égalité, fraternité”) (Osmanlıca’da, “hürriyet, müsavat, uhuvvet”) anlayışına dayalı bir “halkçılık” anlayışı, Osmanlı’dan “kul” olarak devir alınan nüfusu “vatandaşlığa”, “yurttaşlığa” terfi ettiren ve dayanışmacılığı vurgulayan bir ilkeydi.
Devletçilik ilkesi, olmayan sermaye sınıfı yerine yatırım yapmak için devlet olanaklarının kullanılmasını öngören bir anlayıştı. “Karma Ekonomi” modeli hem Serbest Cumhuriyetçi Fırka deneyiminden hem de Dünya Ekonomik Bunalımı’ndan (1929) etkilenerek devreye sokulmuştu.
Özel girişime destek olan bir devlet yatırımcılığı anlayışına dayalıydı.
Türkiye’nin Birinci Dünya Savaşı’nı kazanan emperyalist ülkelerin işgaline karşı yaptığı İstiklal Savaşı’na Lenin’in verdiği destek, Mustafa Kemal Atatürk’ün, o sıralarda “Bolşevizm” olarak tanımlanan Rus Devrimi ile yakın ilişkilerine yol açmıştı. Anılardan, söylevlerden ve eylemlerden anladığımız kadar Atatürk, çağdaşlaşma yolunda, Bolşevik Devrimi yerine Milli Demokratik Devrim Stratejisini uygulayan politikaları benimsemişti.
Mustafa Kemal Atatürk’ün Milli Demokratik Devrimini tutarlı bir evrensel ideoloji bağlamında formüle etmek isteyenler 1932 yılında Kadro Dergisi’ni çıkarmaya başlamışlardı.
İdeologluğunu Şevket Süreyya Aydemir’in yaptığı bir grup yazar ve düşünürün çıkardığı Kadro Dergisi, Türkiye’deki Sosyal Demokrasi’nin ilk kaynaklarından birini oluşturmuştur. Atatürk ve İnönü’nün desteğiyle çıkmaya başlayan Kadro Dergisi, İstiklal Savaşı ve Atatürk Reformlarından oluşan Milli Demokratik Devrim’in ideolojisini, evrensel çapta kabul görecek bir sol terminolojiyle formüle etmeye çalışıyordu.
Derginin ideoloğu Şevket Süreyya Aydemir, imtiyaz sahibi Yakup Kadri Karaosmanoğlu, yayın müdürü Vedat Nedim Tör’dü. Dergi ilk sayısında, hedefini şöyle açıklamıştı:
“Türkiye bir inkılap içindedir. Bu inkılap durmadı... İnkılabımız derinleşme ve genişleme istikametindedir. Bu inkılap kendisine prensip ve onu yaşatacaklara şuur olabilecek bütün nazari ve fikri unsurlara maliktir. Ancak bu nazari ve fikri unsurlar inkılaba ideoloji olabilecek bir fikriyat sistemi içinde terkip ve tedvin edilmiş değildir... Kadro bunun için çıkıyor.”
Atatürkçülük/Kemalizm ile Sosyal Demokrasi arasındaki ilişkilerin Cumhuriyetin kuruluş yıllarında hem Kadro Dergisi aracılığıyla hem de Atatürk’ün Milli Demokratik Cumhuriyet Devrimi’ni formüle etme çabaları sırasında dile getirilen Altı Ok bağlamında başladığı açıkça görülmektedir.
Sosyal demokrasi Avrupa ile sınırlı bir hareket olmadığı gibi, ulusal kurtuluş mücadelelerine öncülük eden birçok parti tarafından da benimsenmiş bir akımdır. Türkiye’nin bağımsızlık mücadelesine öncülük eden ve Mustafa Kemal Atatürk tarafından kurulan Cumhuriyet Halk Partisi (CHP); Hindistan’ın bağımsızlık mücadelesine öncülük eden Mahatma Gandhi’nin bir dönem liderliğini yaptığı Hindistan Ulusal Kongresi (INC); İsrail işgaline karşı mücadele veren Filistin’deki el Fetih Partisi; Güney Afrika’da ırkçı rejimi yıkan Afrika Ulusal Kongresi (ANC), Sosyalist Enternasyonal üyesi olan partilerdir.
Sosyal demokrasi kavramı kuramsal tartışmalarda çok farklı biçimlerde ele alınır, yekpare ve bağlayıcı bir tanımı yoktur. Sosyal Demokrasi evrensel olarak iki kaynaktan doğmuştur ve bu iki kaynaktan beslenir: Birinci kaynak, Komünizm/Sosyalizm kaynağıdır. İkinci kaynak, Fabianizm ve Sendikalizm kaynağıdır.
Sosyal demokrasi İkinci Dünya Savaşı’ndan önce, komünizm gibi sınıfsız toplumu hedefliyordu ve üretim araçlarının özel mülkiyetine karşı çıkıyordu. Rusya Sosyal Demokrat İşçi Partisi, 1917 yılında Lenin’in öncülüğünde sosyalist-komünist devrimi gerçekleştirdi. Bu parti daha sonra Sovyetler Birliği Komünist Partisi’ne dönüştü.
Lenin devrimi savunurken, Bernstein evrimi ve çok partili parlamenter sistem aracılığıyla sınıfsız topluma geçilmesini savunuyordu. Bernstein, devrimin sancılı bir süreç olmasından dolayı karşıdevrim sürecine yol açacağını, bunun da işçi sınıfının çıkarlarına aykırı olduğunu, sosyalizme adım adım ilerlemenin daha gerçekçi bir yol olduğunu düşünüyordu.
İkinci Dünya Savaşı’ndan sonra sosyal demokrasi, üretim araçlarındaki özel mülkiyetin kaldırılması ve sınıfsız toplum hedefinden vazgeçti, sınıflar arasındaki uçurumu dengelemek yolunu seçti. Sosyal demokrasi, üretim ve hizmet araçlarındaki özel mülkiyeti, yani özel sektörü ortadan kaldırmak yerine, güçlü bir kamu sektörüyle, ücretsiz ve nitelikli eğitim ve sağlık sistemiyle, emekçiden yana vergi politikalarıyla, sendikal hareketlerin desteklenmesiyle, özel sektörün yol açacağı sömürüleri asgari düzeye çekmeyi öncelikli hedef haline getirdi. Sosyal demokrat, demokratik sol ve demokratik sosyalist siyasi partilerin (CHP 1976’da üye oldu) üye olduğu Sosyalist Enternasyonel, “karma ekonomi” adını verdiği modeli benimsedi. Olof Palme ve Willy Brandt gibi dönemin sosyal demokrat liderleri, bu modelin geliştirilmesine öncülük ettiler. Sosyal demokrasi bu anlamda, komünizm ile kapitalizmin bir sentezidir. Sosyal demokrasi, dünya tarihinin son 150 yıllık bir gerçeğidir.
Komünistlerin birçoğu sosyal demokrasinin, komünist devrimi geciktirmek veya olanaksız kılmak için kapitalizm tarafından geliştirilmiş bir model olduğunu savunurlar. Bu eleştiri emekçi sınıfın, çalışma ve yaşama koşullarının sınırlı ölçüde geliştirilmesiyle yetineceğini ve komünizmden vazgeçeceğini varsaymaktadır. Oysa bu varsayım mutlak bir doğru olarak ortaya konamaz. Ayrıca bunun mutlak bir doğru olduğunun komünistler tarafından ortaya konması bir çelişkidir. Çünkü emekçi sınıfın yeterli bulduğu bir düzeni, emekçi sınıfın adına yıkmayı hedeflemenin bir anlamı kalmaz. 1960’lı, 1970’li ve 1980’li yıllarda Almanya, Fransa, Hollanda, Belçika, İsveç, Danimarka, Norveç ve Finlandiya gibi ülkelerde sosyal demokrat, demokratik solcu ve demokratik sosyalist partilerin iktidarda olduğu dönemlerde kurulan sistem sayesinde bu ülkelerdeki emekçi sınıf, SSCB’deki, Çin’deki, Küba’daki, Vietnam’daki, Kuzey Kore’deki ve eski Varşova Paktı ülkelerindeki emekçi sınıftan daha iyi ekonomik ve sosyal koşullara sahipti.
Sosyal demokrasi, kapitalizmi ve emperyalizmi belli bir ölçüde engelleyecek bir ara çözüm yoludur; sınıfsız, sömürüsüz, yabancılaşmamış bir topluma doğru bir aşamadır. Sosyal demokrasi, Marx’ın sözünü ettiği sosyalist-komünist model gibi ideal bir model olmasa da bugüne kadar uygulanabilir olduğunu kanıtlamış en adil modeldir.
Artan pahalılık ve işsizlikle birlikte, orta sınıfları da tüketerek, toplumun büyük kısmını kapsayan bir yoksulluk etkin olmaya başlamıştır. Toplumun büyük kesimi iş istiyor, aş istiyor, sosyal güvence istiyor. Sosyal yardımlara gereksinimi var. AK Parti döneminde bozulan sosyoekonomik düzeni demokratik ve adil esaslara göre yeniden kurmak zor ama olanaksız değildir.
AK Parti’nin kuruluş tarihinde (14.08.2001) oluşturduğu ve hala yürürlükte olan parti programının girizgahı şöyledir; “Türkiye sancılı bir zaman diliminde büyük bir değişim arzusu yaşıyor. Siyaset, ekonomi ve toplumsal yaşamdaki ciddi problemler vatandaşlarımızın gündelik hayatını ve geleceğini olumsuz yönde etkiliyor. Türkiye bu sorunların üstesinden gelecek, vatandaşlarına huzur, güven ve refah sağlayacak, geleceklerine güvenle bakmalarına öncülük edecek, dinamik ve vizyon sahibi bir “siyasi oluşum” bekliyor. Kavramların içinin boşaltıldığı, değerlerin eskitildiği, sözün anlamını yitirdiği bu dönemde Türkiye yeni ve taze bir anlayışa; kararlı, önünü ve geleceğini görebilen bir harekete, onurlu bir mücadeleye, ayakları yere basan, yerli ancak çağdaş bilgilerle donanmış kadrolara, ufuk açıcı, gerçekçi program ve projelere şiddetle ihtiyaç duymaktadır. Bütün bunları ekonomik kalkınma hamlesini başlatacak, gelir dağılımındaki bozuklukları düzeltecek, yoksulluğu ortadan kaldıracak, küskünlükleri giderecek; birleştirici, kucaklayıcı, toplumsal barışı temin edici, kurumlarla yurttaşlar arasında güven sağlayıcı, yeni ve dinamik bir siyasi irade gerçekleştirebilir.” Bu ifadeler aslında bugünün Türkiye’sini anlatmaktadır. AK Parti yanlış politikalar neticesinde ülkeyi 23 yıl önceki yere tekrar getirmiştir.
Ülkemizdeki sosyal politikaların niteliği, bireylerin sosyal sorunlarını hak temelli ele alacak sosyal adalet-sosyal refah ilişkisini temel alan devlet düşüncesine yerleşmemiştir. Sosyal politikaların arkasındaki ahlaki gerekçelendirme hayırseverci ve özgecil nedensellikler üzerine inşa edilmiş, sosyal adalet tartışmaları ve arayışları ile sosyal politika alanı yeterli ilişkiselliği kuramamış, yoksulluk siyasi sömürü alanı hâline getirilmiştir.
Gelir dağılımındaki adaletin bozulduğu, eşitsizliklerin arttığı, insanların en temel ihtiyaçlarına bile ulaşamadığı bir dönemde CHP; sosyal adaletten, sosyal devletten, gelir dağılımında adaletin sağlandığı, yoksulluk sorunun asgari düzeye indiği, toplumsal kalkınma hedefli, sosyo-ekonomik zenginlikten her bir bireyin hak temelli ve eşit biçimde pay aldığı ve emekten yana bir programı öne çıkarmalı, Türkiye’nin gündemine getirmelidir.
Türkiye’deki sorunların çözümü Atatürkçülük ve çağdaş sosyal demokrasinin ideal sentezinde yatmaktadır. Atatürk’ün akılcılık ve bilim temeline dayalı yaklaşımının, ulusal çıkarların gerektirdiği bütün yeniliklere açık olduğundan, bu tutumun örnek alınması gerekmektedir. Çağdaş Sosyal Demokrasi’nin özgürlükler, ekonomi, modernleşme, eşitlik ve sosyal devlet kavramlarının Atatürkçülükle oluşturacağı bir sentez, Türkiye’deki sosyal demokrat arayışlar için en iyi formül olacaktır. Nitekim nasıl bugünkü Türkiye ve dünya, 1920’ler 30’lar Türkiye’si ve dünyası değilse, her ikisi de hem gelişmiş hem de değişmiştir. Elbette Atatürkçülük çağdaşlaşma yolunda evrimleştikçe, geliştikçe hem önüne yeni hedefler koyacak hem de kullandığı yöntemler çağının gereklerine göre yenilenecek, gelişecektir.
CHP işçi sınıfına dayanmadığı ve ulus devletin ilk partisi olduğu için, kendisiyle farklı süreçleri yaşayan batılı sosyal demokratlar yerine gelişmekte olan ülkelerin sosyal demokrat partilerini mercek altına almak, Türkiye’deki sosyal demokrat restorasyonu gerçekleştirmek daha kolay olacaktır. Çünkü Türkiye’deki sosyal demokrasi düşüncesinin, Batı’daki sosyal demokrat hareketten ters yönde ve Batı’da refah sonrası toplumun sorunlarına çare aranıldığı dönemde ortaya çıktığı görülmektedir.
Bugün mesele artık halkın bildiğini halka anlatmak değil, asıl mesele halka yeni bir düzen hayali kurdurabilmektir!
Kimseyi dışlamadan, cumhuriyetin kazanımlarını koruyarak, aydınlanmacı doğrultuda, kimliğini saklamadan, sağa gitmeden/solda kalarak özgürlük ve ekonomi faktörleriyle kültürel duvarları aşarak sağdan oy alabilmek, olabildiğince çok kişiyi, olabildiğince geniş bir kesimi, ortak bir çizgide buluşturabilmek sosyal demokrasi ile mümkündür. Dönemin en büyük ihtiyacı, kutuplaşma fenomenine karşı, karşılıklı hoşgörü ve saygı anlayışıdır. İstanbul ve birçok Anadolu CHP yerel yönetimleri halkla temas ve dokunabilme noktasında sosyal demokrat siyaset tarzıyla başarılı olmuş ve yerel seçimlerde parti oyunun üzerine çıkmışlardır.
Emperyalizmi yenip toplumun aynasında yeni bir sayfa açmış ve çağdaş bir devletin temellerini atmış CHP için laik, demokratik, sosyal Cumhuriyeti kurmak hiç de zor olmasa gerek sadece inanmak ve o yönde çalışmak gereklidir.
CHP demek pişmanlıktır örnek serhat Türkel
Bu yazi cok degerli. Tebrik ediyorum. CHP bir kitle partisi Duverger siniflandirmasina gore. Parti programi uye ve orgut saç ayaginda yer almalidir. Tuzukten once programin tartisilmasi dogru olurdu. Fakat program sonrasi tekrar tuzuk calusmasi yapilabilir olmasi ile geri donusumu mumkundur. Kitle partisi olmak kadro partisine gore cok daha mesakatlidir ama kalicidir. CHP nin bir asırı gecen tarihi bunun kanitidir. Bu sebeple programin temel dayanagi sosyal demokrasinin evrensel degerleri olmalidir. Umut ederim ki program taslagi da kabul edilmeden once tekrar uyelerin tartismasina acilir. Bu tarz intelijansi yuksek makaleleri kose yazilarinda gormek gelecek umudumuzu artiriyor. Sefa beyi tekrar tebrik ediyorum. Son olarak CHP li olmak yazisini da bu makale ile birlikte okunmasini oneririm