Sevgili okurlar, yakın zamanda 'Bu sporda ilerleyemeyiz, ne zaman bir tenisçi maça çıksa yeniliyoruz' algısını yıkıp Türk tenisinde çığır açan Can Üner hocayı kaybettik. Başta tenis camiası olmak üzere her kesimden insandan taziye mesajları yağdı. Peki, Can hoca neden bu kadar seviliyordu, neydi Can Hocayı diğer hocalardan ayıran?
Ülkemizde tenis, yaklaşık 10 sene öncesine kadar yol kat edilemeyen ve edilemeyecek bir branş olarak bakılıyordu. O güne kadar çok önemli bir başarımız yoktu. Can hoca 2007 yılında Marsel İlhan’ın koçu olarak profesyonel antrenörlük kariyerine başladı. Kendi tabiriyle karşılıklı öğrenmelerle geçen bu dönemde daha önce başarılmamışı başararak Marsel’i dünya erkek tenisçiler sıralamasında 87. basamağa kadar yükseltti. Böylece ilk 100'ün ilk defa bir Türk’ü görmesini sağlayarak belki de o güne kadar ülke tenisimizin en önemli olayını gerçekleştirdi. Yapacakları bununla sınırlı kalmayacaktı. Erkekler tenisinde Marsel İlhan bunları yaparken kadınlar tenisinde de ülkemiz adına çığır açan bir isim vardı: Çağla Büyükakçay. Çağla Büyükakçay önce 2014’te WTA kapsamındaki Malezya açık tenis turnuvasında Slovak rakibini yenerek bir WTA turnuvasında çeyrek finale çıkan ilk Türk tenisçi oldu. Yavaş yavaş yükselen Çağla, 2015’te dünya yüz sekizincisi olarak kariyer rekorunu kırdı. Ama burada kendini frenlemeyecek, tam gaz çalışmaya devam edecekti. Bir yandan milli takımda güçlü rakiplerine karşı galibiyetler alarak yükselişini sürdürürken bir yandan da bir türlü aşamadığı engel olan Grand Slam elemelerine hazırlanıyordu.
Tarihler 2016’yı gösterdiğinde önce nisan ayında İstanbul Cup turnuvasında 22 Nisan’da Japon raket Nao Hibino’yu yenerek bir WTA turnuvasında yarı finale yükselen ilk Türk kadın tenisçi oldu. 23 Nisan’da ise finale çıkarak ülkemize en güzel bayram hediyesini verdi. Herkes turnuvayı kazanacağına inanıyordu. Maç istediği gibi başlamasa da 0-1’den gelip 2-1 kazanmasını bildi ve WTA kupası kaldıran ilk Türk tenisçi oldu. Bu galibiyet sayesinde, bir türlü elemelerinden geçemediği Fransa Açık’a bu sefer doğrudan ana tablodan katılma hakkını elde etti ve ikinci tura çıkma başarısını gösterdi. Ondan sonraki iki ayını da iyi geçirince Rio Olimpiyatlarına katılmaya hak kazandı ve böylece Türk tenis tarihine bir ilke daha imza atmış oldu. Peki, bu iki gururumuz bunları nasıl yapabildi, nasıl gururumuz oldular? Tabii ki bu başarıların oluşmasında oyuncuların emeği, çabası, isteği, moral motivasyonu gibi birçok etken olsa da antrenörün etkisi yadsınamaz. Çağla’nın antrenörü ise tıpkı Marsel’in altın çağında olduğu gibi Can Üner’di. Peki, Can Hoca bunları nasıl başardı?
Öncelikle ülkemizde maalesef oluşan “Bu ülkedeki sporcular başarılı olamaz, hele amatör branşlarda.” algısını hiçbir zaman kanıksamadı, hatta bu algıyı yıkmak için uğraştı. Bunu yaparken sporcularına güvendi, inandı. Her zaman önceden belirlediği bir plan çizelgesi vardı, o plan hep aklındaydı ve o planı uygularken her zaman sabırlıydı. Azimliydi, istekliydi, belki de oyunculardan daha fazla. Yıllardır çok emek harcadı Türk tenisine çağ atlatmak için ve başardı da. Tabii bizler bu gururu yaşarken bir yandan da “Acaba daha fazla sporcumuz Avrupa’da hatta Dünya arenasında başarılı olabilir mi?” sorusunu akıllara getirdi. Can Hoca sayesinde eski, iç karartan algılar yıkılmış; onların yerine insanın içini açan, yeşerten umutlara bırakmıştı. Peki, bu durum gerçekten de mümkün mü?
Ülkemiz; genç nüfuslu olması, coğrafi konumu, coğrafi şartları itibariyle sporcu yetiştirme konusunda bir hayli avantajlı lakin bazı ana problemlerden dolayı ne yazık ki uluslararası turnuvalarda mücadele edebilecek sınırlı sayıda sporcumuz çıkıyor.
Bu sorunların ilki spora başlama dönemindeki çocukların veya gençlerin velilerinin çoğunun, çocuğunu spora başlatmasının sebebi çocuğunun o sporda belli bir seviyeye gelmesi, profesyonelleşmesinden ziyade ‘Yazı evde geçireceğine orada geçirsin.’ düşüncesidir. Tabii ki bu düşünce kötü bir düşünce değildir ancak bu düşünceden dolayı spor kursuna gidenler ‘sporcu adayı’ olmak yerine yol üstündeki hana mola vermek için uğrayan araç misali bir hedefi olmadan gidiliyor. Bu durumun bir başka sebebi de ülkemizin en iyi sporcularının dahi sponsor bulmakta zorlanması ve buna bağlı olarak ekonomik sıkıntı kaygısı. Durum böyle olunca yaz okulları ile kış okulları arasındaki katılımcı makası artıyor.
Bu esnada yaz okullarındaki hocalar da bunu bilip yalnızca temel eğitimi veriyorlar, bundan dolayı ender sayıdaki devam etmek isteyenler de hep aynı hareketleri yapmaktan sıkılıp kış okuluna girmeme kararı alıyorlar. Bütün bunlara rağmen yol kat etmeyi düşünenler ise eğer ilkokul öğrencisi değilse çeşitli sorunlar yaşıyor ve bunlardan dolayı o da o spordan soğuyor. Yani hiçbir sporda 16 yaşında basketbolla tanışmış ve NBA’de bizi başarıyla temsil etmiş, orada All-Star’a girmeyi başarmış olan Mehmet Okur gibi sonradan yıldızlaşmalara izin verilmiyor, şans tanınmıyor ne yazık ki. Milli takımlara veya bizi uluslararası müsabakalarda temsil eden sporcularımıza baktığınız zaman, futbol istisnadır, sporcuların neredeyse tamamının aynı 2-3 ilin kulüplerinden yetiştiğini görürüz. Bu illerin biri İstanbul olmak üzere diğer iller sporun branşına göre değişir. Örnek vermek gerekirse basketbolda Bursa ve Balıkesir, teniste ise Adana’yı ekleyebiliriz. Bu durumun nedeni, o illerin araştırma yapıp diğer illerdeki öğrenciyi çok iyi yerlere getirebilecek çalıştırıcıları kendi illerine transfer etmeleri. Bu durumdan kaynaklanan dengesizlikten dolayı diğer illerdeki sporcu adaylarından çok nadir sayıda üst düzey sporcu çıkıyor. Sporcu adayı için iyi yerlere gelmenin umudu da o illere gitmek…
Bu sorunların çözümü ise hiç zor değil. Öncelikle veliler ve öğrencilerin sporu severek, vakit geçsin demek yerine belli bir yol kat etmek için benimseyerek gitmesi gerekiyor. Çalıştırıcılarımız şu anda da öğrencileri belirli bir yere getiriyor ancak bu düzey sporcu adayları için yeterli bir seviye değil. O yüzden antrenörlerin daha iyi yetiştirmek, daha üst seviyeye çıkartmak için seminerler, eğitimler alması gerektiğini düşünüyorum. Bu durum sayesinde hem ‘Yaz Okullarına Gelin’ çağrıları boş kalmaz, çağrıların içi dolu olur, hem de sporcu yetiştirmenin öncü illeri diğer illerin antrenörlerin hepsini alamaz, böylece milli takımlarda rekabet olur, üst düzey turnuvalarda her ilden sporcumuzu görme imkânı olur. Eğer bunlar olup üst düzey sporcu sayımız artarsa sponsorların ilgisini çekebilir ve sporcularımıza sponsor olabilirler. Sevgili okurlar, ülkemizin yedi bucağından sporcu yetiştirmek zor değil ama artık basın üzerinden gelin çağrılarından önce bir şeyler yapmak gerekiyor ki katılım fazla olsun. İyi işler yaparsak geleceğimizden ümidimiz var ancak yapmazsak işimiz mucizelere kalır. Bütün umudumu yalnızca benim değil birçok insanınkini yeşerttiğin için, Türk sporuna kattıkların için teşekkürler Can Hoca, mekânın cennet olsun.