İftar için akşam ezanı yeni okunmaya başlamıştı. Ya sular yudumlanıyor ya da en fazla çorbalar kaşıklanıyordu. Tıpkı sizler gibi bizim de evimiz de o an sıradan anlar yaşanmaktaydı. Elimdeki bardağımı yudumlayacakken, bulunduğumuz odanın kapısından içeri giren iki yaşında oğlum Yafes’in elinde yuvarlak bir cisim gördüm. Neydi o ve nerden bulmuştu hiçbir fikrim yoktu. O an aklımdan “Ağzına koyar mı” diye geçirdim ki, ağzına koydu ve bana gülümsedi. “Çıkar onu ağzından!” şeklinde sert bir uyarı yaptım. Sonrasında hemen yineledim ikazımı… “Çıkar dedim ağzından!”
Aslında oldukça tehlikeli bir durumdu bu, ama iki yaşındaki oğlum için sıradan bir oyundu. Oturduğum yerden ani bir hareketle kalkarak oğluma doğru yöneldim. Amacım ağzındaki o cismi yutmasına izin vermeden çıkarmaktı. Yafes, benim yerimden kalktığımı görünce; bunu kendi oynadığı oyunun bir parçası sandı ve koşmaya başladı. İşte tam o an korkulan oldu ve top boğazına kaçtı.
Tuttuğum gibi ağzını açmaya çalıştım ama dişlerini kilitlediği için ağzını ayırmam mümkün olmadı. “Çabuk yetiş” dedim eşime. O da geldi ama iki tane tas tamam adam bir çocuğun dişlerini aralayamadık. Öylesine sıkı kapatmıştı ki… Bilinçli değildi, Bilakis bilinçsizliktendi o hamlesi.
Evet… Ortalama ceviz iriliğinde elastik yapılı sert top oğlumun ağzından içeri kaçmış ve soluk borusunu tıkamıştı. Nefessiz kalmıştı ve çırpınıyordu. Bu yüzden bilinçsiz bir şekilde ağzını sıkıyor ve farkında olmadan bizim müdahale etmemize de engel oluyordu.
Ağzını aralayamayacağımızı anlayınca Hemlich hareketi de denilen, arkasına geçerek iki eliminin yumruğuyla mide boşluğuna baskı yapacak şekilde hamleler yapmaya çalıştım. Ama nafile… Sonra ayaklarından tutup başını yere gelecek şekilde sallayarak sırtına vurmaya başladım… Bundan da bir sonuç alamadım. O esnada Yafes’in soluğu kesilmiş ve sesi çıkmıyordu. Eşim çığlıklar atarak ağlamaya başladı. Çocuğum sessiz ve nefessiz bir şekilde çırpınıyordu ve ben çaresizdim. Çığlıklar atarak ağlayan annemize “Ambulans çağır” diyebildim ancak. Ondan başka hiçbir çıkar yolum kalmamıştı. Çocuğumun nefesi kesileli 30 saniye olmuş ve dudakları morarmaya başlıyordu. Çaresiz bir babadan başka da bir şey değildim o an. Oğlum, tek çocuğum, canımdan çok sevdiğim yavrum ölüyordu, var mı ötesi?
Anne panikle mutfağa yöneldi telefonla 112’yi aramak için. Belki de 1 saniyenin onda biri bir zaman diliminde aklımdan onlarca şey geçirdim. Ben mi hastaneye götüreyim? Ambulansı mı bekleyeyim? Koşarak gitsem daha mı çabuk yetişirim? Ve daha fazlası…
13 yıllık Sağlık çalışanı olmamın da etkisiyle, bunların hiç birinin bir işe yaramayacağını, en yakın hastanenin bile çocuğumuzu götürmek için çok uzak olduğunu ve çok da fazla bir zamanımızın kalmadığını muhakeme ettim. Birkaç dakika içinde oğlum ruhunu teslim edecekti ve ben en fazla gideceğim yere çocuğumun cenazesini yetiştirebilirdim. Öylesine çok seviyorum ki çoçuğumu… Gözlerimin içine bakarak çırpınan çocuğumla vedalaşır gibiydim. O an ölümün kaçınılmaz olduğunu kabullendim doğrusu. Bu hayatta ben ve annesiydik. İki kişiydik artık. Ah be oğlum…
Hayır! Dedim kendime. Asla pes etmeyeceğim. Ne olursa olsun mücadeleyi bırakmayacağım. Son anına kadar oğlumu hayatta tutmaya çalışacağım. Ölecekse de, bu mücadeleme rağmen ölmeliydi. O anları anlatamam. Eşimin çığlıkları, “Ölme oğlum, nolur yapma” haykırışları, benim çaresiz uğraşlarım… Bir kilit oldu dişleri ve yarılmaz bir kayadan farksızdı. Ne bir kaşık ne de bir başka şey ayıramadı o küçücük dişlerini. Öylesine acı çekiyordu ve öylesine sıkmıştı ki…
İlk defa evladımın canını acıtmaktan çekinmedim. Çene kemiğini kırarcasına, dişlerini ağzına dökercesine iki elimle araladım ağzını. Son bir çare belki de… O küçücük aralıktan sokabildim parmağımı ağzına. Parmak uçlarımla yokladığımda ağzı bomboştu ve top yutağına kaçmıştı. Ulaşılması zor bir yerdeydi. Elimin yarısını soktum ağzından içeri, soluk borusuna kadar girdim. Tırnağımın ucunda hissettim o lanet top parçasını. Aşağılara kadar inmişti. Son bir riskli hamle hakkım daha kalmıştı. Ya her şey daha beter olacak ve top tamamen aşağı inecekti ya da o küçücük soluk borumuzdan çıkarak defolup gidecekti. Düşünmedim bile. İşaret parmağımı soluk borusuna varıncaya kadar soktum. Dokunabildiğim an sert bir hamle ile tutup çektim dışarı. Oğlum önce derin bir nefes almaya ardından da haykırıcasına ağlamaya başladı. Ağzından oldukça kan geliyordu. “Çıkardım!” diye bağırdım salonun orta yerinde. Eşim geldi yanımıza, o da o esnada ambulans çağırmakla meşguldü. Elimin içi olabildiğince kandı, yerler kandı, oğlumun yüzü gözü kandı… Olsun, ama yaşıyordu!
Öylece kalakaldım bir süre. Sonra ağlamaya başladım bende. Ben, Oğlum ve annemiz. Üçümüz de ağlıyorduk… O kucakladı oğlunu, bense öylece donakaldım yerimde. Sadece ağlıyordum. Az daha uçacaktı elimizden… Çok yaralamıştım çocuğumu, ama hiç pişman değilim. Eşim tuttu elimden ve yığılıp kaldığım yerden o kaldırdı. Gözgöze geldim Yafesle. Yaşıyordu!
Olayın şokunu atlatır atlatmaz Göğüs Hastalıkları Uzmanı olan bir arkadaşımı arayıp durumu anlattım. “Gözün aydın, çocuğunu ölümden kıyısından almışsın” dedi. Rahatladım. Hasta hakkında bir iki kritik soru sordu, cevapladım. Korkulacak bir şey yok, sen o çocuğu o haliyle hiçbir doktora, hiçbir hastaneye ve hiçbir ambulansa yetiştiremezdin dedi ve ekledi. Sen o hamleyi yapmasaydın, şu an salonun orta yerinde çocuğunun cenazesine bakıp ağlıyordun…
Birkaç dakikaya kalmadan sağolsun evimize geldi ve oğlumu yerinde görmek istedi. Kendisi Göğüs Hocasıydı, üniversite de Yardımcı Doçentti. Ancak emin olmak için durumu Çocuk Hastalıkları Uzmanı olan bir başka Doktor arkadaşına da danıştı. İçimiz rahat etti. “Yarasına beresine bakmayın, ölümden iyidir” dediler. Her ne kadar hayat normale dönmediyse de hala, normalleşmeye çalıştık bir süre. Ve o gece yani bu gece oğlum hala ağlıyor boğazını parçaladığım için. Ama pişman değilim.
Bundan hareketle şunu da anladık ki; Kaçmaz deyip büyüklüğüne aldanmamak gerekiyor bir şeyler satın alırken. O kocaman şeylerde çocuklarımızın boğazına kaçarak hayatlarını tehlikeye sokabiliyordu. İlk müdahalenin ne denli önemli olduğunu anladık belki de. Doktorun, ambulansın dahi yetişemediği anlar olabiliyordu bu hayatta. Erişkinler için kalp krizine ilk müdahalenin, çocuklar için yabancı cisim aspirasyonunun ve müdahalesinin ne denli hayati önem taşıdığını anladık bir de.
Soğuk kanlı olunmadığını, sağlıklı düşünülmediğini, böyle anlarda mantığın işlemediğini ve sadece bilginin işe yarayacağını öğrendik bu gece. Olmaz demeyin! Bizde ummazdık ama başımıza acı bir tecrübe olarak geldi ne yazık ki. Sosyal hayatın bir gereği olarak, hem erişkinler hem de çocuklar için ilk müdahalenin nasıl yapılacağını uzmanından öğrenmekte fayda var. Zira bazen 1 kilometre uzaklıktaki hastane bile çok uzak kalabilir size bazı anlar için. Bize çıplak gözle gördüğümüz hastane bile uzak kaldı o gece, ordan biliyorum…