Sevgili Okurlarım,
10 Dakikalık bir filmin, yılın en iyi film ödülünü kazandığı ve filmin vizyona gireceği açıklandı. Bu filmi merak edenler heyecanla sinema salonu doldular. Büyük bir kalabalık vardı. Seyirciler, salondaki yerlerini aldıktan sonra film oynamaya başladı. Oynamaya başladı ama bir gariplik sezildi, 6 dakika geçmesine rağmen ekranda hep aynı sahne vardı. Kamera açısı bir odanın tavanını gösteriyordu. 7 dakika da geçmesine rağmen hala herhangi bir değişiklik olmamıştı. Seyirciler hep bir ağızdan şikâyet etmeye ve söylenmeye başladılar. Hatta içlerinden bazıları boşuna zaman kaybettiklerini söyleyerek salonu terk etmek için ayağa kalktılar. O anda kameranın açısı birden tavandan yere indi. Yatakta sırt üstü yatmış ve gözlerini tavana dikmiş bir genç görüldü. Öylece hareketsiz duruyordu. Bu genç omurilik felci geçirmiş, ömür boyu yatağa bağlı kalmak zorunda kalmış, bir gençti. Ve birden şu yazı belirdi ekranda: “Bu engelli gencin hayatı boyunca göreceği sahnenin sadece 8 dakikasını sizlere izlettik ve siz bu 8 dakikaya dahi dayanamadınız. Hayatınızın her saniyesinin değerini bilin ve şükredin.”
Sevgili Okurlarım,
Ne kadar ibretlik gerçek bir hikâye değil mi? Çoğumuzun başına gelebilecek, olası, olması mümkün olabilecek acı bir olay. Hem kendi ailemizin içinde hem de başka insanlarda şahit olabileceğimiz üzücü, hüzünlü, ağlamaklı bir gerçek. Hepimizin ama hepimizin bu kısacık hikâyeden büyük dersler çıkarması gerekir.
Öyle delidolu hayatlar yaşamaya başladık ki. Sanki hayatla ömür boyu sözleşme imzalamışız da yaşamımız garanti altıdaymış, olumsuzluklardan azat edilmişiz, başımıza hiçbir şey gelmeyecekmiş gibi bağlı yaşamaya başladık artık dünyaya. Şu fani ömür hiç bitmeyecek, tükenmeyecek, nihayet bulmayacakmış gibi yaşamlar sürüyoruz. Sadece zevkler, istekler, arzular üzerinden yaşamaya çalışıyoruz hayatı. Çoğumuz amaçsız, şuursuz, aç gözlü çoğu zaman. Nefsani isteklerimizin, şeytani fikirlerin, sanal ağın zincirsiz kölesi olmuşuz.
Öncelikle kendimizin sonra diğer insan ve canlıların farkında olmadan, bencilce, sorumsuzca, umursamaz, gelişigüzel, kendinden başkasına değer vermeden, kendinden başkasını sevmeden ve bunca içimizdeki dışımızdaki nimetleri bize vereni unuttuğumuz şükürsüz yaşamın içinde debelenip duruyoruz. Debelendikçe çıkmak yerine yerin dibine dibine batıyoruz. Kaybediyoruz bize bahşedilen o yüce insanlığımızı her geçen gün.
Oysa bizden elini çekmeyen, bizi koruyup kollayan, bizi var edip yaşatan ve bizden ümidini kesmeyen Yüce yaratan, bin bir musibetle bizleri an be an uyarıyor. Kendimize gelebilmemiz için ara sıra güzel tokatlar atıyor. Bazen bir hastalık, bazen yakından şahit olduğumuz gibi bir deprem oluyor bu; bazen maddi kayıplar bazen ölümler oluyor. Ama bir şekilde kendimize gelebilmemiz için zaman zaman büyük ya da küçük uyarılar alıyoruz. Ta ki uykumuzdan uyanalım diye. İbret alabilirsek ne ala, kendimizdeki eksiklikleri fark edip, düzelmesi gerekenleri düzeltebiliyoruz. Tedbirimizi alabiliyoruz. Eğer alamazsak da biz öğrenip ders alana kadar imtihan devam ediyor ve etmeye de devam edecek.
İnsan olduğumuzu diğer tüm canlılardan farkımızın bulunduğunu ve bizim hesap vereceğimizi unutmadan bir yaşam sürmenin farkında olmalıyız artık. İnsansak sorumluyuz kendimizden, diğer insan ve canlılardan. Kendimizi ve dünyamızı korumakla yükümlüyüz. Bu dünyayı kirleten değil temizleyen, bu dünyaya kötülük eken değil değer katan olmak zorundayız. Yoksa istisnasız hepimiz iyi insan kötü insan demeden kendi sonumuzu hazırlamış oluyoruz. Musibet ve belalar gelirken insan ayrımı yapmıyor, kimsenin kurtulmuşluk garantisi de yok bu dünyada. Yaş da kuru da aynı anda yanabiliyor. Yanıyor. Hem de cayır cayır…
Sevgili okurlarım,
Hayatlarımızın kıymetini bilelim. Bize verilen ömrün, yüce emanetin bilincinde hayat sürelim.
Nefes alışverişimizin, adım atışımızın, tutup duyup koklayıp tadabilişimizin farkında olalım. Nice hayatların senin basit gördüğün, önemsemediğin, küçümsediğin, mırın kırın ettiğin, şikayetçi olduğun hayata nasıl da hasret olduğunu hep birlikte tefekkür edelim. Düşünmekten korkmayı kaçmayı bırakalım bir kenara. Sağlam tefekkür ve teşekkür edelim hem de.
Kibirden uzak sevgiyle yoğrulmuş, hırslarından arınmış azimle yürüyen, nefsini dizginleyip merhametini şefkatini öne çıkaran, kullanan değil kazandıran, aşağı çeken değil yukarı çıkaran, düşüren değil düşeni tutan, kötülükten kaçan iyilikleri yayan, aklının ve kalbinin dengesini kurabilen, hayata umut dolu bakabilen insanlar olalım. Olmanın gayretinde olalım.
Yaşarken kaliteli bir ömür yaşayalım,
Sağlıklıyken zorlaştırmadan basitçe yaşayalım,
Tadını çıkara çıkara içimize sine sine birbirimize destek ola ola bir ömür yaşayalım ve yaşatalım.
Ama sahiden yaşayalım artık sahiden yaşayalım. Yaşar gibi yapmayalım. Ve sıkıca önce Allah’a sonra birbirimize tutunalım. Bizi bağlayan gönül zinciriyle dolanalım birbirimize.
Ne dersiniz?
Var mısınız?
Yeniden yaşamaya, daha canla başla, daha başka bir ruhla gönülle,
Daha da insanca…
Sevgi ve Muhabbetle,