Hepimiz barut fıçıcısı gibiyiz artık. Her an patlamaya hazır ve nazır bir şekilde bekliyoruz. Artık kim denk gelirse, kim dokunursa fıçımıza arka arkaya patlamaktan çekinmiyor, Allah ne verdiyse karşımızdakine giydirmekten korkmuyoruz.
Arkadaşmış, dostmuş, düşmanmış hiç fark etmiyor. Alınır mı? Kalbi kırılır mı? Gerçekten hak etti mi hak etmedi mi? Sahiden hatalı mı hatasız mı? demeden; acaba doğru mu anladım, ne demek istedi burada kendimize dönüp sormadan, kendi içimizde istişaremizi yapmadan ağzımıza geleni sayıyoruz. Öyle pervasızca, düşüncesizce, lafını nereye gideceğini bilmeden dipsiz bir kuyu gibi verip veriştiriyoruz. Öyle sözler sarf ediyor, öyle kırıcı oluyoruz ki bir daha o yüze bakacak yüz bırakmıyoruz kendimizde.
Öyle çok örneğimiz var ki etrafımızda hem toplumsal hem bireysel tahammül sınırımız kalmamış durumda. Siyasi liderlerin konuşmasından alın da spor müsabakalarına, konserlerden tutun da kahvedeki muhabbete varıncaya kadar böyle patlamalara her yerde her an rastlamak mümkün. Hayatın içindeyiz görüyoruz, bire bir de yaşıyoruz. Bazen öfkelenen, bazen öfkenin mağduru oluyoruz.
Bir de öyle güzel kılıf bulmuşuz ki bunun adına “Öfke Kontrolüm Yok” deyip kendimizi aklıyor, kırdığımız, incittiğimiz, üzdüğümüz kalplerden anlayış bekliyoruz. Hatta “Öfke Kontrolü” seminerleri düzenlenmiyor mu? Ah Ah Ah…
Gel gelelim işin aslına suçlu Öfke mi yoksa hatalı Öfke algımız mı? Bilmiyorum siz ne düşünüyorsunuz bu konuda; ama ben “öfkemi kontrol edemedim, öfkeme yenildim” sözlerinin içinin boş olduğunu, öfke kontrolünün her zaman mümkün olamayacağını düşünüyorum. Kontrolü her zaman biz de olmayan bir duyguyu kontrol etmeye çalışmak ona karşı daha da duyarlı hale getirmez mi bizi, böyle ısrar ede ede kendimizi koşullanarak kodlamaz mıyız karakter haline getirmez miyiz bu durumu?
Öfke bir duygudur. Duygular bizi insan yapar. Duygularımızı sevmeliyiz. Bizim hayattaki tabelalarımızdır. Hayatımızda yapmamız ya da yapmamamız gerekenleri bizlere hatırlatırlar. Ne yönetilebilirler ne onlardan kurtulabiliriz. Bu beyhude bir çabadır.
Zaten duygunun ne suçu var Allah aşkına. Öfke gibi doğası gereği var olan insani bir duygudan kurtulmaya ya da onu yönetmeye çalışalım. Niye böyle bir çabanın içine girelim. Niye işleri daha da zorlaştıralım ki.
Öfke duygusu bir sonuçtur sebep değil. Suçlanacaksa sonuç değil sebep suçlanmalıdır ki suçlu yok düzeltilmesi gerenler var. Bir sıkıntın var işte, bir derdin var içinde, yolunda gitmeyen durumlar var, çevrende değiştirilmeyi bekleyen koşullar var boşuna çabalama onu bul çöz demektir öfke. Bize bir hatırlatmadır. Bize bir yol göstermedir.
Ancak Öfke bize karşı tarafı kırma, incitme, ona zarar verme hakkı vermez. Zaten bunu yaptıracak gücü yoktur öfkenin. Öyle olsa dünyada adam kalmaz, her öfkesine yenilen dünyayı zindan ederdi. Bu bir bahanedir. Suçu örtme biçimidir. Gerçek karakterin dışa vurumudur. Akıl neden verildi bize o zaman? Burada düşünün derim. Bakın duygularımızla yaşamaktan bir an önce akılcı yaşamaya geçmeliyiz. Hayatı aklımızla yaşama becerisini kendimize ilke edinmeliyiz. Gerçekçi düşünmeyi öğrenmeliyiz. Akılcı tarafımızı her zaman ön plana çıkarmalıyız. Duygularımızı aklımızla sorgulamayı prensip edinmeliyiz nihayetinde.
Birazcık düşünür müsünüz sevgili dostlar, öfke kontrolüm yok bahanesine sığınarak ortada gezinen insanların çoğuna bir bakarsak evde karısına çocuğuna ya da anne babasına arkadaşına olmadık hakaretler ederken işyerinde patronuna aynı tepkiyi gösterememesine veya başka önemli makam mevki sahibi statü olarak kendisinden yüksek de kalan birisine suskun kalmasına şahit oluyoruz buna ne demeli? Madem ki öfke kontrolün yok, serseri mayın gibi gezmen gerekmez mi? Herkese aynı tepki verilmesi gerekmez mi? Ama baktığımızda işine geldiği gibi patlamalar görüyoruz. Kime gücümüz yeter ya da kimi kırmaktan korkmuyorsak ona yükleniyoruz. Ama gerektiğinde aklımızı kullanıp susabiliyor ya da konudan uzaklaşabiliyoruz.
Öfke duygumuzu suçlamayı bırakalım artık. Hatalı ö Sonuçla uğraşmayı bırakalım. İşin özüne sebeplere dönelim. Asıl yapmamız gerekenleri yapalım.
Ne yapalım peki?
Öfkemizle barışalım. Öfkemizi sevelim. Bize anlatmak istediklerine kulak verelim. Ne zaman öfkelenmeye başlasak, dur bakalım dur hele diyelim kendimize, şimdi ne anlatmak istiyorsun ey öfkem diye sorup onu dinleyelim. Gerçekçi düşünelim. Bunu yapmak hiç zor değil akıl neden var öyleyse. Neden akletmez misiniz? Neden düşünmez misiniz? Diye, neden akla vurgu yapılır Yüce kitabımızda dahi.
Akıl duygularımızın her zaman önünde olmalıdır. Böyle olursa aşılır birçok meselemiz.
Sorunlarımızı çözmek yerine, oturup sıkıntılarımızla yüzleşmek yerine, ciddi bir iletişim eksikliğimizi gidermek yerine, anlamak, dinlemek, sorgulamak, düşünmek yerine zor olanı seçmeyi bırakacağız. Şunu özellikle unutmayalım sevgili okurlarım;
Bu yazıdan hiçbir şey kalmasa dahi zihnimiz de şunu kendimize telkin edelim ve devamlı tekrar edelim.
“Ne olursa olsun bakacağım yüze utanacak sözler söylemeyeceğim ve ne yaşarsam yaşayayım kim olursa olsun Allah’ın nazargâhı olan bir kalbi incitmeyeceğim”
Sevgi ve muhabbetle,