Aile olma isteği dürtüsel mi, bilişsel mi, kader mi?
“Öyle bir insan sevin ki sizde daha iyi bir insan olmalıyım hayalini uyandırsın” diye bir cümle duydum ne kadar da doğru ...
Eğer ben de daha iyi bir versiyonum bir üst bilincim ya da en iyi hâlim, gerçek potansiyalim her ne derseniz kişisel ve ruhsal gelişim adına ortaya çıkmayacaksa neden bir insanı eş olarak seçip onunla aile kurayım diye düşünüyorum.
Salt sevgi adına evlenmelerin, birlikteliklerin; kişisel menfi çıkarların egosal dürtüler ile beşeriyet adına tamamen bencilce olduğuna inanıyorum.
İçimizdeki Muhammed’in ve Ayşe’nin bilinçlerini açığa çıkarmamıza vesile olacak eşleri hayatımıza davet edelim ki aile olmanın da hakikatini yaşayalım.
Peki öyleyse,
Aile olmak nedir?
Özgün olmayan kopya bireyler topluluğunun bir koşullanması mıdır?
Aile olmak zorunluluk mudur?
Aile kime denir?
Aile birlik olmanın en küçük yapı taşlarından biridir.
İlk önce eşimizi arar dururuz. Eşimizi bulduğumuzu düşündüğümüzde ise onunla hayat boyu birlikte olmak için aynı evde yaşamak, beraber düzen kurmak isteriz.
Eşimize verdiğiniz sevgi ve mutluluğun bir meyvesi birlikte çoğalma isteği olarak doğamıza yansır.
Bu birlik duygusunun temel yapıtaşıdır.
Aslında istemsizce yani önceden programlanmışcasına adeta yıllarca eşimizi arar bulunca yuva kurar sonrada çoğalırız.
Bu döngü bize dünyaya insanlığa hizmet olarak yansır: Toplum içerisinde birlik esasına dayanan evrensel dnamıza işlemiş bir emircesine eş olma ve aile kurma isteği vardır.
Otomatik bir program sanki işi bizim insiyatifimize bırakmadan bizleri birleştirmektedir.
Sevme sevilme isteği bizi birleştirici bir güç oynar gibi görünmektedir, doğrudur da fakat sevmek sevilmek bizleri yuva kurmaya neden itiyor bunu hiç düşündünüz mü?
Geleneksel bir tutum olarak aile olma çocuk sahibi olma ve kurallara, örf ve adetlere uyma, günah sevap algısı yani dini inançlar doğrultusunda oluşan mecburiyet ya da koşullanma olarak oluşan inanç sistemi.
Egosal,dürtüsel sahip olma isteği,
Korkular endişeler,
Sonra toplumsal ve ailevi baskılar?
Böyle uzar gider....
İçeriden dışarıya baktığımızda dünya nüfusunun çok büyük çoğunluğu aile dediğimiz yapı birimlerinden meydana gelir.
Karı -koca olma temeline dayanan aile kavramı bir tür hayatı takas etme ile alakalıdır. Yalnızlıktan kurtulma temelli bir gereksinimdir.
Aslında çift olmanın çok da farkedilmemiş en önemli temeli Tanrı sevgisine dayanmaktadır. İnsanlar Onun ilmi bir yansımasıdır. Seven de sevilen de O’dur asıl suretde.
Yani aile olma isteği de sistemsel düzenin doğal bir parçasıdır. Buna göre aşk belki de çiftler arasındaki birliği sağlamak için gerekli bir nesnedir. Kişiler için sebep ne olursa olsun aslolan sebep Hakk ın işleyişi, prensibi ve ölçüsüdür.
Yaradan hem sınar hem de sünnetullahı işler.
Eşler arasına bir gönül birliği koyarak (“O'nun ayetlerinden¹ biri de, sizin için kendi cinsinizden eşler yaratmasıdır. Siz, onunla dinginleşir huzur bulursunuz. Birbirinize karşı, aranızda sevgi ve rahmet oluşturdu.” Rum 21) onlara yuva kurdururken onları dilerse birbiriyle de sınar ( Biz sizi birbiriniz için bir sınav yaptık. Sizin bir kısmınızı, diğer bir kısmınızla denemekteyiz ki bakalım sabrediyor musunuz? Furkan 20 ).
Aile olmak bir bilinçtir fakat ezber olarak yaşanmaktadır.
Zaten hayatımızın neresini sorguluyoruz hakkıyla öyle değil mi?
Bir uyku evresinde tatlı rüyalar senfonisi eşliğinde yürüyoruz.
Dilerim ki dünyada kendini iyi hissetmek için eşinin ağzından çıkacak söze değil de, birbirini özden öze bağlılıkla seven nefsini bir kenara bırakıp Hakk’ı anmak için gözlerinin içine bakıp benliğini hiçe sayan çiftler artsın. İşte o zaman eşini sığınacak korunaklı liman olarak görmek yerine gerçek aile diyebileceğimiz sıcacık samimi yuvalar meydana gelecek ve tüm dünyayı ısıtacaktır.
Aşk-ı muhabbet ve Dua ile ....
Çok güzel bir yazı olmuş yine, emeğinize kaleminize sağlık Burcu hocam...