Samsun Kent Haber köşe yazarı Hüseyin Kurt, sanayinin sessiz çöküşünü yazdığı köşe yazısında "İhracat yavaşlıyor, kur baskılanıyor, konkordato patlaması yaşanıyor, bankalar kredi vermiyor, firmalar kapanıyor" dedi.
Türkiye sanayisi, üç yıldır süren reel daralmayla adeta ekonomik solunum yetmezliği yaşıyor. İstanbul Sanayi Odası’nın (İSO) 500 Büyük Sanayi Kuruluşu raporu, büyüme diye sunulan illüzyonun ardındaki çöküşü belgeliyor. Türkiye, 2024-2025 dönemine üretimde tükenmişlik, finansmanda ise boğulmuşluk içinde girdi. Bu rapor, yalnızca bir yılı değil, üç yıla yayılan kronik bir daralmayı belgelemekte. Ortaya konan tablo, yalnızca sanayi performansını değil, aynı zamanda Türkiye’nin ekonomik yapısının genel sağlığını gözler önüne sermektedir.
Sanayide yaşanan bu gerileme; yüksek faiz politikası, kredi daralması, döviz baskısı ve yatırım ortamının zayıflaması gibi bir dizi yapısal sorunun sonucudur. Artık mesele sadece firmaların küçülmesi değil, bir ekonomi modelinin sürdürülebilirliğinin sorgulanması meselesidir. Üreten sektörün can çekiştiği, finansal sistemin kredi vermeyi kestiği bir yapıda, yalnızca büyüme değil, ayakta kalma mücadelesi dahi tehlike altındadır.
Kâğıt Üzerinde Büyüme, Gerçekte Küçülme
2024 yılında İSO 500 şirketlerinin üretimden satışları TL bazında yüzde 36,3 arttı. Aynı dönemde Üretici Fiyat Endeksi (ÜFE) yüzde 41,1 olarak gerçekleşti. Bu tablo, yanıltıcı bir görüntü ortaya koyuyor: Kâğıt üstünde ekonomi büyümüş gibi görünüyor ama gerçekte üretim azalmış. Gerçek tabloya baktığımızda sanayinin yüzde 3,4 oranında reel olarak daraldığını görüyoruz.
Dahası, bu reel küçülme yalnızca 2024’e özgü bir dalgalanma değil. 2021 yılından bu yana sanayi sektörü üç yıl üst üste reel daralma yaşıyor. Bu durum, artık bir ekonomik döngü değil; sistematik ve derinleşen bir yapısal kriz olduğunu gösteriyor. Sanayi cephesinde yaşanan bu çöküş, üretim gücünün giderek zayıfladığını ve Türkiye’nin sanayi omurgasının çatırdadığını gözler önüne seriyor.
Bu üç yıllık reel daralma, 2018 döviz krizinden bu yana sanayi sektörünün yaşadığı en uzun süreli küçülme dönemi. 2018’de döviz şokuyla başlayan süreç, pandemiyle derinleşmiş, 2021 sonrası yüksek faiz ve kredi daralmasıyla yapısal bir krize dönüşmüştür.
2024 yılı itibarıyla sanayi firmalarının faaliyet kârı yüzde 31,6 oranında azaldı. Aynı dönemde satış kârlılığı yüzde 2,6’ya gerileyerek son 10 yılın en düşük seviyesine indi. Bu sadece bir finansal veri değil; üreten kesimin emeğinin karşılığını alamadığını gösteren çarpıcı bir göstergedir.
Daha da dikkat çekici olanı, finansman giderlerinin faaliyet kârına oranının yüzde 96,6’ya ulaşmasıdır. Yani sanayici üretiyor, satıyor fakat kazandığı her 100 liranın neredeyse tamamını faiz ödemelerine harcamak zorunda kalıyor. Kar yerine borç büyüyor, yatırım yerine kredi taksiti yetiştirme yarışı başlıyor. Bu tabloda büyüme, sadece banka bilançolarında gerçekleşiyor.
Sanayi firmaları artık sermaye biriktiremiyor, geleceğe yatırım yapacak gücü kalmıyor. Faaliyetler sürdürülebilirliğini yitirirken, firmaların varlıklarını koruma savaşı, yerini ayakta kalma mücadelesine bırakmış durumda. Türkiye’nin üretici sınıfı, emeğinin meyvesini yiyemez hâle geldiğinde, ekonominin uzun vadeli direnci de zayıflar.
Ar-Ge Dondu, Teknoloji Yerinde Sayıyor
İSO 500 verilerine göre, Ar-Ge yapan firma sayısı 2018’den bu yana artmıyor; yaklaşık 265 firmada sabit kaldı. Bu durum, Türkiye’nin en büyük sanayi kuruluşlarında bile yenilik ve teknoloji geliştirme çabasının durağanlaştığını gösteriyor.
Yüksek teknolojili üretimin toplam içindeki payı yalnızca yüzde 7,4. Bu oran hem dünya ortalamasının hem de Türkiye’nin “milli teknoloji hamlesi” hedeflerinin oldukça gerisinde. Ar-Ge harcamalarının GSYH’ye oranı yüzde 1,1 iken, AB’de bu oran yüzde 2,3’ü aşıyor.
Sanayi yatırımlarında yüksek teknoloji vurgusu yapılmasına rağmen, sahada firmalar belirsizlik ve faiz baskısı altında kısa vadeye odaklanıyor. Bürokratik engeller ve geciken teşvikler, Ar-Ge yatırımlarını caydırıyor. Türkiye, teknoloji üretmek yerine tüketen bir sanayi yapısına saplanma riskiyle karşı karşıya.
Güney Kore’de Ar-Ge harcamalarının GSYH’ye oranı yüzde 4,5’i aşarken, Türkiye’nin yüzde 1,1’de kalması, uzun vadede teknoloji üretiminde geri kalmayı kaçınılmaz kılıyor. Bu fark, Türkiye’yi küresel katma değer zincirinde yalnızca bir montaj ekonomisi olmaya mahkûm edebilir.
Faiz Politikası: Nefes Alamayan Reel Sektör
2024-2025 döneminde TCMB’nin politika faizini yüzde 46'da tutması, reel sektör için adeta oksijensiz tırmanışa dönüştü. Bu oran, ticari kredi faizlerini yüzde 60-70 bandına, rotatif ve KMH türü kısa vadeli kredileri ise yüzde 100’e yaklaştırdı. Firmalar artık sadece üretim değil, hayatta kalma mücadelesi veriyor.
Bu krediler çoğunlukla 90 günde bir hem faiz hem anapara ödemesi gerektiriyor. Bu da şirketleri sürekli bir nakit krizine mahkûm ediyor. Yatırım yapmak, ihracatı artırmak ya da kapasite büyütmek gibi stratejik hedefler rüyaya dönüşüyor; tek gerçek, bir sonraki kredi taksitini ödeyebilmek.
Özellikle KOBİ’ler, kısa vadeli ve yüksek faizli borç yüküyle çifte eziliyor. Artan enerji, işçilik ve girdi maliyetleriyle birleşince, faiz gideri kârın önüne geçiyor. Şirketler üretmekten değil, borç çevirmekten ibaret bir düzene mahkûm ediliyor.
2024’te bir otomotiv yan sanayi firması 5 milyon TL faiz öderken, yıl sonu net kârı sadece 200 bin TL oldu. Yani kazancının yüzde 96’sı bankalara gitti.
Üstelik belirsizlik hâkim: Faizler ne zaman ne kadar değişecek bilinmiyor. Bu da iş dünyasını yatırımdan uzaklaştırıyor, içe kapanık bir modele zorluyor. Gerçek bir canlanma için yalnızca faiz indirimi değil, uzun vadeli, sabit ve öngörülebilir kredi modelleri şart.
Bankalar Kredi Vermiyor, Firmalar Kapanıyor
2024-2025 döneminde bankacılık sistemi, reel sektöre destek vermekten uzaklaştı. Kredi büyümesi %2’nin altına düştü, yani bankalar neredeyse kredi vermiyor. Bunun arkasında TCMB’nin zorunlu karşılık politikaları, BDDK düzenlemeleri ve yüksek fonlama maliyetleri yer alıyor. Bu baskılar bankaları risksiz kamu kâğıtlarına yöneltiyor.
Sonuçta, sanayiye değil, Hazine tahviline kredi açan bir sistem doğdu. Bankacılık kârlılığı artarken, firmaların can suyu kesildi. En büyük darbeyi ise krediye ulaşamayan KOBİ’ler aldı.
KOBİ’ler ne tahvil çıkarabiliyor ne de sermaye piyasasına erişebiliyor. Çek ve senetle günü kurtarmaya çalışıyorlar, bu da güven kaybı ve zincirleme batışlar yaratıyor. Bugün birçok işletme, kâr değil borç çevirmek için üretim yapıyor. Sessiz iflaslar yaygınlaşıyor: kepenk kapanmıyor ama istihdam azalıyor, üretim düşüyor.
Bankalar artık teminatsız veya kamu garantisiz kredi vermiyor. Bu da özellikle tarım, tekstil ve inşaat yan sanayi gibi sektörlerdeki KOBİ’leri piyasadan siliyor. Bankacılık sisteminin yeniden üretimi teşvik eden bir yapıya dönmesi zorunlu. Aksi halde orta sınıf üretici tamamen tasfiye olacak.
Bankalar, düşük riskli kamu kağıtlarıyla yüksek getiri elde ederken, sermaye yeterlilik oranlarını koruma kaygısı taşıyor. Bu strateji, reel sektörü dışlayarak ekonomik döngüyü yavaşlatıyor ve uzun vadede bankaların da kredi portföyünü riske atabilir.