Samsun Kent Haber köşe yazarı şehit ağabeyi Ayhan Hamlı, Öcalan ile ilgili
'İzin versinler İmralı'da ben görüşeyim' diyen Bülent Arınç'ı yazdığı köşe yazısında "Şehitlerimizin kemiklerini ilk defa sızlatmıyor" dedi.
BÜLENT ARINÇ ŞEHİTLERİMİZİN KEMİKLERİNİ İLK DEFA SIZLATMIYOR?
Eski Başbakan Yardımcısı Bülent Arınç hafta başında bir konuşma yaptı, o konuşmasıyla yine şehitlerimizin kemiklerini sızlattı. Yaptığı o konuşmayı bir hatırlayalım.
Sonuçta o konuşma şehit yakınlarının ve gazilerin, sinir uçlarına dokundu. Bülent Arınç yeni çözüm süreci ile ilgili 'İmralı’da Öcalan’ı ben ziyaret ederim' açıklaması yaptı.
Bülent Arınç, yaptığı açıklamada "Geçtiğimiz günlerde TV5 ekranlarında Oğuz İlgiç’in konuğu oldum. Bu yayında: Terörsüz Türkiye sürecini, genel af tartışmalarını ve İmralı’ya olası bir ziyaretin gerekliliğini konuştuk. Eğer Türkiye Büyük Millet Meclisi’nin oluşturduğu komisyon, süreci sağlıklı yürütmek istiyorsa, Abdullah Öcalan’ın İmralı’da doğrudan dinlenmesi gerekir. Milliyetçi Hareket Partisi Genel Başkanı Sayın Devlet Bahçeli’nin bu konudaki cesur çıkışına, ben de katılıyorum.Kimse gönüllü olmazsa, İmralı'ya gider Öcalan ile görüşürüm" ifadelerini kullandı.
MHP Genel Başkanı Devlet Bahçeli'nin Milli Dayanışma, Kardeşlik ve Demokrasi Komisyonu, üyelerinden bir grubun İmralı'ya gitmesini teklif etmişti.
Sosyal medyadaki X hesabından bir açıklama yayımlayan eski Başbakan Yardımcısı ve eski TBMM Başkanı Bülent Arınç, Bahçeli'nin 7 Ekim'deki grup toplantısında dile getirdiği, bu öneriyi destekledi. Biz şehit yakınları özellikle de, canı yanan yüreğindeki kor ateş yıllar geçmiş olsa bile, artarak devam eden şehit anneleri sayın Bülent Arınç’ı çok iyi tanımakta ve geçmişte yaptığı benzer açıklamalarla teröristbaşı Öcalan’a ve onun, siyasi ayaklarına ve dağa çıkmış PKK militanlarına açıklamalarıyla nasıl moral ve destek olduğunu, şehit annesi olan annem Bedriye Hamlı çok iyi bilmekte ve geçmişte yapmış olduğu benzer çıkışına o tarihte yaptığı basın açıklaması ile sert tepki göstermiş, tepkisi Bülent Arınç’ta karşılık bulmuştu.
O tarihte Başbakan Yardımcısı olan Yardımcısı olan Bülent Arınç'ın geçmişte yaptığı o açıklamaları, unutur hatırlatmazsak bizde şehitlerimizin kemiklerini sızlatmış ve şehitlerimize vefasızlık yapmış oluruz.
Tam 13 yıl önce 2012 yılında eski Başbakan Yardımcısı Bülent Arınç’ın BDP Milletvekili Gülten Kışanak’la ilgili yaptığı açıklamasında, "Diyarbakır Cezaevi'nde o kadar ahlaksızca işkenceye maruz kalmış ki, o kadar kendisini zorlamışlar ki, ben de aklıma gelse dağa çıkardım" demişti.
Bülent Arınç’ın bu açıklaması her şehit annesini üzdüğü ve isyan ettirdiği gibi, şehit annesi olan annemi de çok üzmüş ve isyan ettirmişti. O tarihte Başbakan Yardımcısı olan Bülent Arınç’a Samsunlu şehit astsubay İlhan Hamlı'nın annesi Bedriye Hamlı, 'Bende dağa çıkardım' sözünü hiç yakıştıramamıştı. 23.12.2012 tarihinde Samsun İHA haber, şehit annesinin haberini geçti.
'Bülent Arınç'ın sözleri, şehit annesini üzdü' başlıklı o haberi, hep birlikte bir kez daha 13 yıl sonra hatırlayalım. İşte o haber:
'Başbakan Yardımcısı Arınç'ın 'Ben de olsam dağa çıkardım' sözlerine Samsunlu şehit annesi Bedriye Hamlı kızdı. Şehit annesi Arınç'a "Şehitlerimizin kemiklerini sızlattın. Biz de mi dağa çıkalım?" diye sordu. Başbakan Yardımcısı Bülent Arınç’ın, BDP Milletvekili Gülten Kışanak’la ilgili yaptığı açıklamada, "Diyarbakır Cezaevi'nde o kadar ahlaksızca işkenceye maruz kalmış ki, o kadar kendisini zorlamışlar ki, ben de aklıma gelse dağa çıkardım" sözlerine Samsunlu şehit annesi Bedriye Hamlı’dan tepki geldi. Hamlı basına açıklama yaptı. 18 Nisan 1992 günü Ağrı dağı eteklerinde bulunan Pamuk Geçidi'nde 3 astsubay arkadaşı ile birlikte PKK’lı teröristler tarafından, şehit edilen Astsubay İlhan Hamlı’nın annesi Bedriye Hamlı (76), Arınç'ın sözlerine cevabı şu oldu: "Arınç’ın açıklamaları ile şehitlerimizin kemiklerini sızlatmış, şehit yakınları ve gaziler arasında büyük bir infiale neden olmuştur." Arınç’ın ‘bende dağa çıkardım’ açıklamasının, bölücü terör örgütüne, büyük moral verdiğini ifade eden anne Hamlı, Arınç'ın şehit annelerinden özür dilemesi gerektiğini belirtti.
Şehit annesi, "Dağa çıkardım açıklaması, kabul edilebilir bir açıklama değildir. Çünkü dağa çıkanlar yüzünden 21 yıldır, buz gibi bir mezar taşına 'evladım' diye sarılıyorum. Benim gibi yüzlerce anne, şimdi şehitliklerde evladının toprağını, evladının saçlarını okşar gibi okşuyor ve kokluyor" dedi.
Bedriye Hamlı, Başbakan Yardımcısı Bülent Arınç’a şu soruyu sordu: "Peki biz şehit anneleri olarak dağa çıkıp, evlatlarımızı dağda şehit edenleri mi öldürelim".
Bedriye Hamlı, "Arınç'ın dağa çıkardım açıklamasına Başbakan Erdoğan da sert çıkarak 'Ben dağa çıkmam, bizim yolumuz bu değil’ dediğine göre, Bülent Arınç şehit ailelerinden özür dilemelidir" diyerek, sözlerini tamamladı.
Bu haber yayımlandıktan sonra TBMM’den Bülent Arınç’ın danışmanı şehit annesini sabit telefondan arayarak, Başbakan Yardımcısı olan Bülent Arınç’la bizzat görüştürmüştü. Bülent Arınç yanlış anlaşıldığını söylemiş, şehit annesini dakikalarca telefonda, ikna etmeye çalışmıştı. Bu telefon görüşmesinin bir gün sonrada, Başbakan Yardımcısı Bülent Arınç, Samsun Basın Yayın Enformasyon İl Müdürü T.B. şehit annesini Samsundaki evine ziyaret göndermiş, ziyarete gelen Samsun Basın Yayın Enformasyon İl Müdürü, eli boş gelmemiş çiğ tavuk prinç, yağ gibi kumanyalarla birlikte, ziyarete gelip bir ihtiyacı olup olmadığını ihtiyacı halinde kendisini arayabileceğini ifade etmişti.
Maalesef ziyarette getirilen gıda maddeleri, şehit annesini üzmüştü ama geride gönderememişti. Şehit annesi kendisine hediye olarak getirilen tüm gıda maddelerini mahalledeki ihtiyacı olan komşularına dağıtmıştı. 13 yıl önce şehit annesi tarafından, şehit yakınlarından özür dilemeye davet edilen eski Başbakan Yardımcısının cephesinde, değişen bir şey olmadığını annemizle birlikte yeniden gördük.
Sayın Bülent Arınç’ın aradan geçen 13 yıla rağmen ilgisinin azalmadığını hatta onu kurtarmak için, hareket halinde olabileceğini/olduğunu düşündüğümüz, şehitlerimizin kemiklerini sızlatan, yeni çıkışlar yaptığını görüyoruz. Bu durum başta şehit annesi olan annemi ve tüm şehit annelerini üzüyor, şehit anneleri Bülent Arınç’ın 'İzin versinler İmralı'da ben görüşeyim' açıklamasını, şiddetle kınıyor ve lanetliyorlar. O kınamayı yapan şehit annelerinden biriside, Samsunlu şehit annesi Bedriye Hamlı olup, "Sayın Bülent Arınç artık bu işlerden uzak dursun. Katil Öcalan’ı meşrulaştırmaktan uzak dursun" diyor.
Şehit yakınları dün olduğu gibi bugünde, Bülent Arınç’a tepki göstermekte haksız mı? Haksız mıyız? Biz şehit yakınları bu süreçte Sayın Bülent Arınç’ın daha fazla şehitlerimizin kemiklerini, sızlatmasına tahammülümüz yok.







































Ülke, ekonomik buhranla boğuşurken, siyasi iktidarın enerjisini toplumsal sorunlara çözüm bulmak yerine, rakiplerini tasfiye etmeye harcaması, ne yazık ki mevcut sorunları daha da ağırlaştıran temel bir sorundur.
Bu ağır ekonomik tablonun gölgesinde, siyasi gündem ise maalesef çözüm üretmek yerine gerginliği ve kutuplaşmayı derinleştiriyor. Özellikle halkın büyük teveccühüyle seçilmiş siyasetçilere yönelik hukuki ve siyasi müdahaleler, demokrasinin temel ilkelerine olan inancı zedelemektedir. İstanbul Büyükşehir Belediye Başkanı Ekrem İmamoğlu'na karşı açılan ve siyasi yasak talebini de içeren dava süreci, tam da bu demokratik erozyonun çarpıcı bir örneğidir. Yüksek yargının en tepesinde dahi tartışma yaratan, hukukun siyasi bir araca dönüştürüldüğü bu kararlar, hukuki süreçten çok, halk iradesine yapılmış bir siyasi darbe olarak algılanmaktadır. Seçimle geleni, tartışmalı bir yargı kararıyla saf dışı bırakma girişimi, sadece bir siyasi figürü hedef almıyor; aynı zamanda seçmenlerin sandıkta ortaya koyduğu iradeyi hiçe sayarak, demokratik sistemi işlevsiz kılmayı amaçlıyor.
Toplumsal hayatın her köşesinde hissedilen derin bir huzursuzluk ve endişe hakim durumda. İnsanlar sabah uyandıklarında karşılaştıkları ekonomik gerçeklerle mücadele etmek zorunda kalıyorlar. Çarşı ve pazarda fiyat etiketleri adeta birbiriyle yarışırken, vatandaşın alım gücü eriyor, maaşlar ayın ortasını bile görmekte zorlanıyor. Bu durum, sadece bir geçim sıkıntısı değil, aynı zamanda toplumun geleceğe dair umutlarını da kemiren kronik bir güvensizlik yaratıyor. Kira fiyatlarının ulaştığı astronomik seviyeler, gençlerin ev sahibi olma hayalini tamamen imkânsız kılarken, dar ve orta gelirli aileler için barınma temel bir hak olmaktan çıkıp lüks bir imkâna dönüşmüş durumda. Esnaf dükkânını ayakta tutmakta zorlanıyor, üretim çarkları yüksek maliyetler altında yavaşlıyor ve tüm bunlar toplumsal refahı adım adım aşağı çekiyor.
AK Parti'nin, bir yandan PKK ile ilişkilendirilen yapılarla (dolaylı olarak süreç yönetimi) geçmişte temas kurmuş olması, diğer yandan en sert milliyetçi kanatla (MHP) güç birliği yapması, partinin ideolojik esnekliğinin değil, sınırsız bir pragmatizmin göstergesidir. İktidarın, gücü elinde tutmak adına, bir dönem vatan hainliği ile suçladığı siyasi duruşlarla (milliyetçilik) ve fiilen masaya oturduğu yapılarla (PKK uzantıları) aynı anda ilişki yürütebilmesi, siyasetin ahlaki zeminini kaybetmiş olduğunu gösterir. AK Parti için ideolojinin, yalnızca o anki siyasi duruma hizmet eden bir araç olduğu kesindir.
aşörtüsü sorununu sürekli gündemde tutanlar, bu sayede şunları başarabilmişlerdir: Ekonomik Eleştirileri Bastırmak: Halkın, mutfağındaki gerçek yangına odaklanması yerine, ideolojik bir kavgaya kilitlenmesini sağlamak. Mağduriyet İle Oy Devşirmek: Başörtüsü üzerinden kurulan mağduriyet anlatısını sürekli taze tutarak, tabanlarının sadakatini sağlamlaştırmak. Gündemi Değiştirmek: Çözülemeyen yapısal sorunlar, yolsuzluk iddiaları veya kötü yönetim örnekleri gibi konuların üzerini örtmek. Sonuç olarak, başörtüsü meselesi, haklı bir özgürlük talebinin ötesine geçirilerek, yıllarca siyasi bir istismar aracı olarak kullanılmış; bu istismar sürerken de halkın asıl derdi olan "çarşıdaki ve pazardaki yangın" görmezden gelinmiştir. Siyasetin asıl görevi, sembolik kavgalarla değil, somut çözümlerle milletin refahını artırmaktır.
Siyasetçilerin sürekli olarak geçmişe ve ideolojik çatışmalara odaklanması, halkın gerçek gündemini ve günlük hayattaki acil sorunlarını arka plana itme eğiliminden kaynaklanır. Başörtüsü gibi sembolik ve ideolojik bir mesele üzerinden yaratılan siyasi gerilim, aslında ülkenin temel ekonomik ve sosyal dertlerini unutturmanın etkili bir aracı haline gelmiştir. Çarşıdaki yangın, yani yüksek enflasyon, hayat pahalılığı, işsizlik, alım gücünün düşmesi ve esnafın kepenk kapatma noktasına gelmesi gibi sorunlar, milyonlarca insanın hayatını doğrudan etkileyen, somut ve acil sorunlardır. Ancak bu "yangınlar", çözümü zor olduğu için ya da siyasi getirisinin sembolik meselelere göre daha az olduğu düşünüldüğü için, iktidarlar ve siyaset tarafından sıkça göz ardı edilmiştir.
Yıllarca Türkiye'nin siyasi tarihinde derin bir kutuplaşma aracı olarak kullanılan başörtüsü yasağı sorunu, ne yazık ki, asıl çözülmesi gereken bir hak ve özgürlük meselesi olmaktan çıkarılıp, sürekli olarak siyasi bir güç mücadelesinin ve ideolojik ayrışmanın ana teması yapılmıştır. Sorunun çözümü geciktikçe, bu mesele üzerinden mağduriyet dili pekiştirilmiş ve siyasi ranta dönüştürülmüştür. Siyasi aktörler, başörtüsü meselesini bir hak mücadelesinden öte, kendi tabanlarını mobilize etmek ve karşı tarafı "yasakçı" olarak damgalamak için birincil argüman olarak kullanmaktan çekinmemişlerdir. Sorunun çözüldüğü dönemde bile, bu kez yasal güvence getirme tartışmaları üzerinden tekrar tekrar gündeme getirilmesi, meselenin artık hak ve özgürlükten çok, siyasi bir kontrol ve iktidar aracı olarak görüldüğünün açık bir kanıtıdır.
ha bu arada hiç ayasofyaya gitmediğin belli oluyor. ayasofyada her zaman namaz kılınmaktaydı. fakat yapının yaşı çok eski olduğu için korunması zaruri kaldıki açıldıktan sonra kapıların kemirilmesi güzel bir örnek. bu arada üst kat hala müzedir ve giriş fiyatı 840 tl dir. bilgine..
ülkenin toplam dış borcu bitmiş değildir ve 2025 itibarıyla oldukça yüksek bir seviyededir. Ekonomik gerçeklik, tek bir borç kalemi üzerinden ülkenin toplam finansal durumunu değerlendirmeye izin vermeyecek kadar karmaşıktır. Bu nedenle, iddialarınız hem siyasi tarihin önemli dönüm noktalarını hem de güncel ekonomik verileri çarpıtmaktadır.
IMF'ye borç dönemi bitti" ifadesi yalnızca Uluslararası Para Fonu'na olan borcun 2013 yılında sıfırlanması gerçeğini yansıtır. Bu, bir ülkenin tüm dış borcunun bittiği anlamına gelmez. IMF borcunun sıfırlanması bir başarı olsa da, Türkiye Cumhuriyeti'nin dış borcu hiçbir zaman bitmemiştir. 2025 yılı itibarıyla Türkiye'nin dış borcu, sizin iddia ettiğiniz gibi "bitmiş" olmaktan çok uzaktır. 2025 yılının ilk yarısı (Haziran) itibarıyla Türkiye'nin Brüt Dış Borç Stoku, yaklaşık 547,7 milyar ABD Doları seviyesindedir. (Bu rakam, Hazine ve Maliye Bakanlığı'nın açıkladığı son verilere yakın tahmini bir rakamdır.)
2004 yılında, sizin de işaret ettiğiniz gibi, Recep Tayyip Erdoğan'ın liderliğindeki AK Parti hükümeti döneminde, Anayasa değişikliği ile ve AB'ye uyum yasaları çerçevesinde, idam cezası tümüyle (savaş hâli dâhil) Türk Hukuku'ndan çıkarılmıştır. Dolayısıyla, idam cezasının tamamen kaldırılması, AK Parti hükümetinin imzasını taşıyan bir reformdur. Bu adım, Türkiye'nin Avrupa Konseyi üyesi olarak uluslararası taahhütlerini yerine getirme siyasetinin bir devamıdır. Dolayısıyla, Öcalan'ın cezasının müebbete çevrilme sürecinin ilk adımı Ecevit koalisyonunda atılsa da, cezanın bir daha geri gelmeyecek şekilde hukuken ortadan kalkması, yani idam cezasının Türk hukuk sisteminden tamamen silinmesi, bizzat 2004'te AK Parti hükümeti tarafından gerçekleştirilen reformla mümkün olmuştur.
hep yalan hep dolan imf ye borç bitmiş :) lozanın 100. yılında madenleri çıkarıcagız :) falan filan :) tam makyavelist yaklaşımlar. milletin gözünü boyamak için yapıalr yap :) rüşvetin haddi hesabı yok. ülke bitmiş :) sakin ol sinirlenme. sinirlendikçe saçmalıyorsun :) bu millet 1 den büyüktür ve gerçekleri görüyor. pkk ile ittifakınızı sandıkta göreceksiniz.
kuvayi milliye adı altında yazı yazan şahsın argümanları tam bir fetöcü ağzı. bizler sizin gibileri çok iyi biliriz. 2004 yılında idamı kaldıran sayın rte nin bir bildiği vardır elbet :)
az sonra gelirler akp-pkk-mhp-israil ittifakı savunucuları aynı teraneden bahsedeler. eceit niye asmadı :) demogojiyi beceremeyen basit laf cabmazlığı ile milleti kandırabileceğini düşünen bu vesile ile akp ve mhp nin pkk ile olan pazarlığını meşru göstermeye çalışan, her defasında atatürke ve türkçülere hakaret eden şahıs istediğin kadar uğraş senin yalanların sökmez. idam kararını kaldıran recep tayyip erdoğandır.bizzat imzası vardır :) hadi çık eleştir :) yerse eleştir :) sizler fetö ile kolkola yürürken apoyu asmayanlarsınız. ha iyiki de asılmamış şimdi adam idol olurdu. ama gene aynı adama 5 yıldızlı otel konforu yaşattınız. ayağına kadın bile yolladınız. hadi neden idam etmediler diye eleştir bakalım bir daha :) 7 Mayıs 2004 tarihli 5170 sayılı Kanun ile Anayasa'dan ölüm cezaları ile ilgili maddeler çıkarılmış, 14 Temmuz 2004 tarihli 5218 sayılı Kanun ile Türk Ceza Kanunu'ndan ölüm cezaları ile ilgili maddeler çıkarılmış, böylece ölüm cezası Türk Hukuku'ndan tamamen kaldırılmışt
Varsa yoksa ülkeyi batıran Ecevit'i ve yasakçı, vesayetçi dönemi savunuyorsun. Madem öyle idam kararı vardı. İnfaza engel olabilecek bir güç yoktu. Desene ki, o zaman ABD ye, Avrupa ülkelerine üç kuruş için dileniyorduk. Allah'tan RTE, geldi de, IMF ye borç dönemi bitti. Sizi gidi Ayasofya'yi müzeye çevirenler sizi. Sizi gidi ezanı Türkçe okutturanlar sizi. Sizi gidi başörtüsü yasakcilari sizi. Siz Allah bir dersiniz, bir tek o sözünüze inanırım. Apoyu asmayanlar da sizin gibi düşünenlerdi.
Ufak ufak at da civcivler yesin. Şehit ailelerine en büyük desteği verenler, RTE başta olmak üzere AKP, MHP ve Cumhur ittifakıdir. Çakma Atatürkçüler sizi. Rahmetli Atatürk olsa sizi sopayla kovalardi be....
Gerçekler ayan beyan ortada. Aponun idam kararını infaz etmeyenler: Demirel, Ecevit ve hükümeti, her istediğini yaptırabilen MGK, YÖK, Yargıtay, Danıştay, başkanları ADD gibi çakma Türkçüler ve sözde Atatürkçüler....
Bülent Arınçtan hiç mi hiç haz etmem. Ancak siz şehit ailelerine en büyük kötülüğü yapanların başında aponun idam kararını infaz etmeyen o dönem yetki sahibi kisiler ve kurumlardı. Kim mi onlar? Sayayım efendim: Demirel, Ecevit ve hükümeti, MGK ve üyeleri, o dönem her dediğini yaptıran ve kendilerine Türkçü ve Atatürkçü diyen ADD, AYM, YÖK, Yargıtay, Danıştay başkanları ve üyeleri. Eyyy Ayhan Hamlı! Sen bizim baş tacimizsin. Ama Bülent Arınç'tan çok önce apoyu asmayan, asamayan ve size en büyük kötülüğü yapanları, o dönem Devlet gücünü elinde bulunduranlari da unutma. Şayet titrek Ecevit, mahkeme kararını meclise getirseydi, infaz gerçekleşirdi. Bu tartışmada son bulurdu. Demirel, MGK, vs vs onlar da bu konuda baskı kursalardi, yine iş tamamdı. Yok deme. Çünkü başörtüsü, laiklik, vs vs diyerek her talebini emir gibi yerine getirebiliyorlardi. Öyle ki mecliste en büyük grubu olan refah partisini laikliğe aykırı eylemlerin odağı olduğu için ADD, YÖK, vs, kapatılmasında büyük katkısı oldu
On numara yazı... Aferin durmak yok yola devam. İnadına RTE, inadına AKP, inadına cumhur ittifakı.
geldi gene. 2004 yılında idamı kaldıran rte o süreçte neden asmadı apoyu? cevap ver.. hep aynı teraneyi söylüüyorsun cevap dahi veremeyiorsun. bırak bu işleri. senin basit lagı oyunların ile destekçi oldugunuz terörist yapılanma meşru olmaz..