"Faşizm" ve "diktatörlük" siyasi tanımlama araçları olarak hakaret içermemekle birlikte bu toprakların üretmediği kavramlardır. Bu topraklarda "faşist" ve "diktatör"e gerek teorik gerekse algısal anlamda pek rastlanmaz.
Ancak;
Diğer ülkelerde bu kavramlarla anılanların sicilleri epeyce ürkütücü olduğu için Türkiye'de kime yöneltseniz hakaret olarak algılar.
Şayet Türkiye üzerinde planlanan iç ve dış senaryolar olmasaydı bu suçlamalar iktidarda olanlar için gülünüp geçilecek ve suçlama yapanların siyasi sığlığı ile açıklanabilecek kadar komik işler olarak kalabilecekti..
İşte bu yüzden geçmişten bu yana siyasi yelpazede yer alanlar ve Türkiye'yi yönetenler bu suçlamalar karşısında küfür yemişten öte tepki veriyor.
Bana göre;
Bu tür suçlamalar karşısında sınırlı tepki vermek,
Kapsamlı ve kesintisiz pozitif iletişim faaliyetleri sürdürmek, ve; Konu Türkiye Cumhuriyeti Devletini de doğrudan ilgilendirdiği için Dışişleri ve MİT'in koordinatörlüğünde psikolojik harb tekniklerini kesintisiz uygulamak gerekli.
Şahsen ben sadece bu konu için değil Türkiye'nin tanıtımı başta olmak üzere bir çok konuda önleyici faaliyet yapılamadığını düşünenlerdenim.
Uzun zamandır ve bugün anılan kavramlarla suçlama yapanların içine düştüğü durumu ise ancak "densizlik ve gaflet" olarak açıklayabilirim.
Çünkü bu yöntemle kazanılabilecek hiç bir siyasi kazanımın olmadığını ve sadece "devlete" ve "millete" zarar verdiklerini görebilecek ferasetten mahrumlar...