Zaman zaman rical-i devlet ve erbab-ı siyaset, yerlilik ve millilikten bahsederler. Ne kadar yerli ve milli olabildiğimize dair sorulacak suallere müsbet cevap almanın zorluğunu kabul etmemek mümkün değil.
Elbette bir devletin güçlü ve kendi hasletleriyle ayakta kalabilmesi için bu değerlere ihtiyacı vardır.
“Durum böyle mi?” sorusunun cevabı hiç de iç açıcı değil.
Ben Ankara/ Çankaya- Çukurambar mahallesinde ikamet ediyorum. Denebilir ki bu mahalle Ak Partiyle yaşıttır ve bir bakıma da Ak Parti iktidarı ve mahalli idaresinin dizayn ettiği bir mahalledir.
Her ne kadar Çankaya Belediyesi minelkadim CHP’nin elinde de olsa, Ankara Büyükşehir Ak Parti idaresinde, Makro projeler Büyükşehrin uhdesindeydi.
Mahalledeki devasa binaların arasında farklı boyutlardaki irili ufaklı estetikten mahrum binaların inşası ne kadar şehircilik ruhumuzu, millilik geleneğimizi yansıtıyor?
İstanbul Üniversitesi ilk rektörü Ord. Prof. Dr. İsmail Hakkı Baltacıoğlu’nun tabiriyle;” Kibrit kutusu gibi dikeyine devasa ruhsuz, köksüz, mana ve estetikten mahrum binalar.. Bu bizim ruh ve gerçek dünyamızın şehri değil.” derdi.
Hele iş merkezlerinin, münferit dükkan ve iş yerlerinin taşıdığı isimlere bir bakınız.
Neredeyse bir tane Türkçe isim göremeyeceksiniz.
Doğrusu hakkını yemeyelim, Eskişehir yolunun altından Muhsin Yazıcıoğlu Bulvarına dönüşte, Ak Parti Genel Merkezine yakın, köprüyü geçince bir tane Türkçe isim gördüm. Nedir derseniz söyleyeyim; ÖKÜZ CAFE Yanlış okumadınız, Öküz Kafe.
Gencecik kız ve erkek garsonların sırtlarında giydikleri önlüklerde de, kocaman boynuzlarıyla öküz başı ve yine kocaman yazılarla Öküz Kafe yazısı var. İşin daha ilginç, gülünç, garip ve hayretamiz olanı da, bir arkadaş yer ayırtacak telefonla aramış ve çıkan bayan ona; Buyrun Öküz! Yani kısaltarak söylemiş. Öküz kafe dememiş doğrudan “öküz!” demiş ve arkadaş telefonu hanımefendinin yüzüne kapattım diyor. Bu ifadeyle kendini mi tanıttı, bana mı öküz dedi anlayamadım ve daha fazla asabım bozulmasın diye hışımla telefonu yüzüne kapattım.
Tek Türkçe isim taşıyan iş yeri, onun da hal-i pür melaline bakar mısınız!
Konya yolu üzerinde yanyana iki ayrı firmaya ait mobilya mağazasına uğradım. Her ikisinde de çok yüksek olmayan bir volümle batı müziği dinletisi vardı. Dayanamadım ikinci girdiğim mağazanın çalışanı bir hanımefendiye sordum;
“Niçin sizde yerli müzik veya dinlendirici bir fon müziği, keman, ud, ney v. s. değil de kulakları tırmalayan ne idüğü belirsiz müzikleri çalarsınız?” diye sordum. Hanımefendi dedi ki,
“Firmamızın merkezinin gönderdiği bu batı müzikleri ve bizim tesbitli anonslarımız dışında bir şey yayınlatamaz, dinletemeyiz.”
Şimdi şu kompleks ve sefih yaklaşıma bakar mısınız. Siz kendi insanınıza kendine ait müziği dinletemiyorsunuz. Müşteriniz neredeyse %100- Türk, ama dinlemeye mecbur olduğu müzik, bugün Gazze’de, Filistin’de, dün Suriye, Irak, Mısır, Miammar ve Arakan’da müslüman kanı döken, bebeklerin kanını emen, organlarını canlı canlı alıp pazarlayan siyonizm destekçisi batılının müzik ve hayat tarzı…
Evet, maşallah basbayağı da milli ve yerli olmuşuz değil mi?
Ne olacak, bakanlığının isminde Milli yazan bir MİLLİ EĞİTİM BAKANLIĞI’nı bile, ABD’nin 1949’ da kabul edilen Fulbright eğitim program ve anlaşmasından bir santim bile ayrılamamış bir milletin eğitimi ne kadar milli ve yerli olacak ki, çarşı pazar, sokak ve caddesi de milli ve yerli olsun?
İşin daha garibi, bazen devlet ricali bu tür koca koca iş merkezlerinin açılışlarını yapmaya gidiyorlar. Şunu demek ihtiyacını duymuyorlar mı; Açılışa gelirim ama, başta ismin ve işin olmak üzere her şeyinle milli ve yerli olacaksın. Yani bunu bir defa desek işler büyük oranda yoluna girecek..
Daha yapılacak çok iş, söylenecek bitmez sözler var.
Bu söylediklerinin bu hale gelmesinin müsebbi sizlersiniz. Bu ülkede ne kadar çok Atatürk ve cumhuriyet düşmanı var ise hepsi sizin tabii olduğunuz zihniyetin eseridir. O yabancı isimlerde sizin taabi olduğunuz zihniyetin ürünü