Türkiye’nin temel meselelerinden birisi de hiç şüphesiz, sağ partilerin, vetirenin çoğunda iktidarda olduğu zannedilen mayıs/1950- seçimlerinden itibaren gerçekte iktidarda olup olmadığı, bir diğer ifadeyle, sandıkta milletten aldığı iktidar olma salahiyetini kullanıp kullanamadığıdır.
Gerçekte böyle bir iktidar gücü var ise, mesela onar yıllık periyodlarla adına sağ denilen bu partiler niçin, kendi taht-ı idarelerinde olduğu halde askerlerin ve tüm vesayet kurumlarının darbeleriyle iktidardan uzaklaştırılmaktadır?
27/ Mayıs-1960,
12/ Mart - 1971,
12/ Eylül - 1980,
28/ Şubat-1997,
27/ Nisan -2007 ve en nihayet 15/Temmuz- 2016- tarihlerinde kanlı- kansız sayısız darbelerle ülkenin meşru hükümetleri, milletin namusu durumundaki temiz oylarıyla seçilen iktidar partileri görevden uzaklaştırılmış, ( 15/ Temmuz-2016 hariç) başbakan ve bakanlar iktidardan alaşağı edilerek idam sehpalarına, kimileri cezaevlerine, zindanlara mahkum edilmiş, demokrasi denilen yapı sistemin ihtas ettiği kurum ve kuruluşlar tarafından, sadece kendileri değil, onlara iktidar olma emanetini tevdi edenler de tecziye edilmiştir. Niçin???…
Bunun cevabını kısmen, 1968/ yılında, cezaevinden çıkarıldıktan sonra, Menderes ve iki bakanının idam edildiği, kabinesinin tamamının ıskat edilip cezaevlerinde çürütüldüğü bir dönemin Cumhurbaşkanı, sistemin kurucularının en yakın yol arkadaşı olan CELAL BAYAR’la geniş bir mülakat yapan sol iktisatçı ve akademisyen, CHP’nin de ötesinde TİP’te yer almış, YÖN ve ANT DERGİ’lerinde yazan, bir çok kitabı halen piyasada bulunan Giresun’lu meşhur İDRİS KÜÇÜKÖMER (1925-1987) in o meşhur mülakatında bulabilirsiniz.
Küçükömer, Celal Bayar’a ;
“Hangi hataları yaptınız da, cumhuriyetin kurucuları arasında yer almanıza rağmen iktidardan alaşağı edilip, kiminiz idam kiminiz mahpus, kiminiz de tüm sahip olduğu imkanlardan mahrum edildi?” sualine, Bayar’ın verdiği cevap, bizim sualimize de aynı zamanda cevap niteliğindedir.
Bayar özetle diyor ki;
“Bizim cumhuriyet döneminde de Osmanlıdan tevarüs ettiğimiz bazı haslet ve kurumlarımız var.
Bunlar; İlmiye, Kalemiye, Adliye ve Seyfiye müesseseleridir.
Yani bugün ki manada Medreselerin yerini alan, müderrislerin ünvanına sahip akademisyen profesörler, üniversite hocaları,
yani İLMİYE,
Tüm kamu kurum ve kuruluşlarındaki, rejime sadakat yemini yaptırılan ve o özelliklerle yetiştirilen memur ve amirler,
yani KALEMİYE.
Sistemin güvencesi, aslında hukuk devletlerinin olmazsa olmazı yargı,
yani ADLİYE. Yeniçeri ocaklarından tevarüs ettiğimiz “ İSTEMEZÜÜÜK!.” cü yapı, elindeki silahıyla sembolize edilen ASKER,
yani SEYFİYE..
Tüm bu sınıflar, bir dayanışma içerisinde, birbirlerine destek sağlamak, fetva ve cevaz üretmek suretiyle, kendilerinin rağmına gördükleri her siyasal iktidar erkini alaşağı ederler. Nitekim üniversite, Ord. Prof. Dr. Sıddık Sami Onar’lar sözümona ilmi gerekçeyi hazırlar, yargı ( adliye) fetvayı, yani kararı verir, bürokrasi ( kalemiye) emre ram olur, tüm bunları Seyfiye, yani asker infaz eder.
İşte biz böyle bir cenderenin içerisinde alaşağı edilip iktidardan uzaklaştırıldık…” diyor Celal Bayar.
Bu dört sınıf;
İLMİYE/ ÜNİVERSİTE,
KALEMİYE / BÜROKRASİ,
ADLİYE / YARGI ve
SEYFİYE / ASKER.
Kim bu erklerin kontrol ve emrindeyse o iktidardadır. Siz onlara göre nevzuhur sandıktan çıkabilirsiniz, ancak onlara rağmen onlarsız ve o sınıfların hilafına bir icraata kalkışırsanız darbelere maruz kalırsınız.
Niçin sol iktidarlara değil de sağ iktidarlara darbeler yapılmıştır? Bunun cevabını da aynı mülakatta Celal Bayar, İdris Küçükömer’e ifade ederek,
“Çünkü, 1950’lere kadar devam eden iktidarları bu sınıflar hep kendilerinden görüp kabul ettiler. Yani bizzat bu müesseseler kendileri iktidardaydı. Bir iktidarın kendi kendine darbe yapması düşünülebilir mi?.” mealindeki açıklamasıyla da mevcut sistemin kimlerin emrinde, kimlerin karşısında olduğunu daha net anlayabiliyoruz.
Cumhuriyet’in 99. yılını idrak ettiğimiz bu günlerde neyin ne olduğunu daha iyi anlamak her vatandaşın vicdan borcu olmalıdır. Ne diyordu Bilge Devlet adamı merhum ALİYA İZZET BEGOVİÇ; “Siz düşmana benzediğiniz anda yenilmişsiniz!..”
Cumhuriyetin Kuruluş ilkelerine bakınız. CHP’nin altı oku bizatihi cumhuriyetin kuruluş felsefesi ve adeta vazgeçilmez manifestosudur. Eğitimden bürokratik yapılanmaya, askeri vesayet ve anlayıştan, kamunun tüm kurum ve kuruluşlarına, iktisat ve ekonomik düzenden din ve sosyal toplum anlayışına kadar her şeyin bu zihniyetin kontrolünde olduğunu görürsünüz. O halde ya siz bu sistemi, malüm zihniyeti koruyup kollayacaksınız ya da belli periyotlarla seyfiyenin hışmına maruz kalacaksınız. Boyun bükmediğiniz, emre ram olmadığınız takdirde sıfatınız, yiyeceğiniz damga bellidir; Diktatör!…
CHP’nin gen kodlarını teşkil eden İttihatçılar da aynı kavramı Cennetmekan Sultan Abdülhamid Han Hazretleri için kullandılar;
MÜSTEBİD, yani Diktatör…
O zaman milletiyle uyumlu, sistemle sorunlu olan siyasal iktidarlara düşen temel vazife, ne bahasına olursa olsun milli ve manevi genetiğene uygun yapıyı tesis için canla başla mücadele etmek, başkanlık sistemiyle öze dönüş yolundaki atılan adımları, sistemin kendi mekanizmalarıyla takviye edecek düzenlemelere, temel yaslardaki sorunları çözümleyip ülkenin bekası adına milli bir seferberlik başlatmalıdır.
Yirmi yıldır ülkenin ve aziz milletimizin hayrına namütenahi olağanüstü hayırlı ve güzel hizmetler yanında, dün seri üretim için ilk adım olan ve banttan indirilen Türkiye’nin yerli ve milli ilk otomobili olan TOGG’u piyasaya süren iktidarı, başta Sayın Cumhurbaşkanımız olmak üzre tüm emeği geçenleri tebrik etmemek mümkün mü?
Bununla beraber, ciddi eksik ve yanlışlar, behemehal düzeltilmesi gereken hatalar yok mu, elbette vardır. Ancak, zannımca en büyük eksiklik, milletin tüm temel değerleriyle tearuz teşkil eden başta eğitim olmak üzere, her alanda öze dönük köklü değişimlere henüz baş vuramamaktır.
Hayata sistem açısından bakılınca, binilen aracın modeli, özellik ve hedefi, nereye gittiğidir önemli olan. Şoforun ayık veya sarhoş olması kadar, kıblenizin neresi olduğudur sorgulanması gereken. Bundan dolayıdır ki, bütün zorluklarını bilerek sormak durumundayız;
İktidar olmak muktedir olmayı gerektirmez mi? Tüm bu şerait altında yine sormak durumundayız; Biz ne kadar muktediriz?..
Selam ve duayla…