19 Mayıs 1919, milli mücadele kıvılcımının anadoludan tutuşturulması için, Samsun’dan başlatılıp tüm anadoluya dalga dalga yayılan yediden yetmişe kadın erkek cahil alim demeden, yarı aç ve bi imkan insanımızın, müstevlilerin topraklarımızdan tüm çirkinlik ve değerleriyle kovulması adına başlatılan mücadelenin 105. sene-i devriyesidir.
Başlatılan bu hareketin, tam bir asırdır nasıl, niçin, kimlerin desteğiyle, kime karşı, kimlerle müttefik, kimlere ezeli ve ebedi muhalif olma adına yapıldığına dair hala gizemini koruyan, gerçekleri görmek ve öğrenmek için hafızasını yoran, yakın tarihin gizli labirentlerinde bilgi ve belge arayan, mutlak gerçek adına bir ömür mücadele edip yorulan insanımızın, bu iletişim ve bilgi çağında kafasındaki binbir soruya cevap bulamaması ne kadar düşündürücü değil mi?
Daha düşündürücü olan ise, bir milletin özgürlüğünün temel ilkesi hür ve bağımsız olarak temel yasası olan başta anayasası olmak üzere tüm yasa, mevzuat ve kanunlarını kendisinin yapabiliyor ve istediği zaman da değiştirme hakkını kendinde bulabiliyor olması değil midir?
Teşkikat-ı Esasiyeden sonra farklı boyut ve evsaftaki darbeler anayasaları; 1924, 1961, 1982 ile zaman zaman kısmi değişikliklere kavuşan bu temel yasalara rağmen, serbest seçim ve tam demokrasiye adım atmanın miladi dediğimiz 1950, demokrat partinin iktidarında çıkarılan veya çıkarttırılan malüm Koruma Yasası işte yukarda kısaca özetlediğimiz gerçeklerin üzerine bir siyah şal gibi örtülmüştür. Ne garip değil mi, siz sınırlı maddeleri de olsa, temel yasanız olan anayasanızı değiştirebiliyor, ya darbeci generallar ve onların atadığı hukukçuları eliyle veya onların müsade ettiği kadar ve şekliyle siyaset erkinin mümessili meclisinizle bu değişikliği yapabiliyorsunuz. Ne varki, malum koruma kanununu değiştirmeyi dahi düşünüp teklif edemiyor, bu yasadan mülhem, M.Kemal’in nikahlısı olan Latife Hanımın hatıratını dahi yayınlamaya imkan tanımıyorsunuz. Hür ve özgür bir milletin böyle bir garabetle sahih ve güvenilir milli bir eğitim, milli ve doğru bir tarih, milli ve saygın bir irfan ordusu, akademi dünyası, dürüst ve kendisine güvenilir bir siyaset anlayışı, toplumsal barış, güven, sevgi ve saygının ikame edildiği ciddi bir millet olma şuuru oluşturması ne kadar mümkün olur?
Siz, 19/ mayıs/1919’da başlattığını var saydığınız bir mücadelede, Çanakkale’deki mücadeleyi ve verilen yüzbinlerle şehidi nereye koyacaksınız? O mücadele ve ondan sonraki tüm cephelerde verilen mücadelelerde kime karşı zafer kazanılmış ve kimlerin kanunlarıyla yeni bir devlet vücut bulmuştur?
Bugün gençliğimizin şuur ve spor bayramı değil mi?
O zaman bu gençliğe verilen şuur esprisini ve tarih şuurunu bir sorgulayalım;
İslamın ve Osmanlının şehamet döneminde, yani bizim medeniyet köklerimizde
batı dünyası; HAÇLI,
Milli mücadele yıllarımızda; MÜSTEVLİ, BARBAR,
Milli Mücadeleden sonra, yeni devlet anlayışımızda batı;
ÇAĞDAŞ, MODERN, MEDENİ ve KANUNLARI alınabilecek kadar güvenilir dost haline nasıl ve niçin geldiğini sorgulayamıyorsa, gençliğin fabrika ayarları bozulmuş demektir.
Bu bayramda bütün tarihimizi, tarihi şahsiyetlerimizi analım, sorgulayalım, gerçeklerin terazisinde tartalım. Yüz yılda nasıl bir toplum, nasıl bir aile, nasıl bir gençlik yetiştirdik, ona neyi ne kadar doğru ve yeterli verdik? Giyim kuşam, kılık kıyafet, dayatılan batıcı ve batılı adına modern denilen, topraklarımızdan kovduklarımızın değerlerini niçin dayattığımızı soramıyorsa bu gençlik, yarınımız bugünlerden daha dramatik sahnelere gebe olmaz mı?
Evet, her yıl gençliğin bayramını kutluyor, statlarda kutlatıyoruz da ona neyi niçin, kimin adına verdiğimizi, gençliğin maddi, manevi, ahlaki, içtimai sorunlarının neler olduğunu, gençliğin, bu bayramların öncesi ve akabinde ilgili devlet ve sivil kuruluşların masaya yatırıp bir defa olsun enine boyuna konuşup, tartışıp, çözüm için hazırlanan raporlar gördünüz mü?
Bizlere hergün bayram, bayramınız kutlu olsun gençliğimiz!