Sevgili okurlar, pandemi nedeniyle bir sene ertelenen Tokyo Olimpiyatları artık geldi çattı. Bu sene Olimpiyatlar’da 18 branştan 108, yine Tokyo’nun ev sahipliğinde yapılacak Paralimpik Oyunlarında ise 12 branştan 84 milli sporcu bayrağımızı dalgalandırmak için ter dökecek. Türkiye, tarihinde 2012 Londra Olimpiyatlarından sonraki en yüksek katılım oranıyla Tokyo’ya doğru yol aldı. Peki, bizler kendi milli takımımızdan haberdar olabiliyor muyuz?
Spordaki gelişmelerden haberdar olmak için, medyadaki spor bültenlerine bir göz atıp en azından fikir sahibi olmak isteriz. Burada bakabileceğiniz iki çeşit medya var: Sosyal medya ile geleneksel medya. Sosyal medyada her branş hakkında bilgiler, analiz ve yorumları bulabilirsiniz. Fakat sosyal medya hesabınız yoksa, varsa dahi “ben sosyal medyaya güvenmiyorum” veya 'işten güçten vakit bulamıyorum' diyorsanız tercihiniz büyük ihtimalle geleneksel medyadan yana olacaktır. Peki, sizin bu güveninizi geleneksel medya ne kadar karşılıyor?
Öncelikle geleneksel medyanın tanımıyla başlayalım. Geleneksel medya kavramı; gazete, dergi, radyo, televizyon gibi kitle iletişim araçlarını kapsar. Yazımın geri kalanında dergilerin konu bazlı olması ve spor dergilerinin genelinin amacına uygun olması sebebiyle “lafım meclisten dışarı”. Geriye kalan mecraların neredeyse hepsinde “Spor Servisi” bulunmaktadır. Bu servislerin görevi spordaki son gelişmeleri takipçisine aktarmaktır. Fakat biz ne yazık ki bundan pek nasibimizi alamadık.
Sizlere bu durumu bir örnekle açıklamak istiyorum. Yaklaşık iki hafta öncesi; millî takım sporcularımızın Olimpiyat öncesi yaptığı açıklamalar, sporcularımızın yaptığı müsabakalar, plaj futbolu millî takımımızın müsabakalar, Galatasaray ve Sivasspor’un Avrupa kupaları ön eleme maçları derken Türk Sporu adına hayli yoğun geçti diyebiliriz. Galatasaray’ın Şampiyonlar Ligi ön eleme maçı medyamızda geniş yer bulurken Sivasspor’un Konferans Ligi ön eleme maçına adeta “üvey evlat” gözüyle bakıldı, ülke puanına son sezonlarda herkesten fazla katkıda bulunmasına rağmen. Bununla birlikte cuma gününe kadar olan bölümde 4 büyüklerin transfer politikalarından artan, gazeteler için yarım sayfalık kısımları; televizyonlar ve radyolar içinse spor bülteninin kısıtlı sürede milli sporcularımızın röportajları verilirken plaj futbolu milli takımımızdan ise kimsenin haberi olmadı. Cuma gününden itibaren mecralarda ilgi artsa da ana gündemimiz Olimpiyat değil transfer olmaya devam etti bir iki kurum dışında.
Olimpiyat zamanı dahi durum böyleyken varsın diğer dönemleri siz düşünün. O vakitlerde medyamız tarafından süper lig maçlarına ağırlık verilip, yine 4 büyük (!) takımın çeşitli mevkilerinden yapılan açıklamalarına öncelik verilirken diğer branşlar ise tabiri caizse “Ayıp olmasın diye” boşluk doldurma misali veriliyor. Milli takım sporcularımızı Dünya şampiyonu olmadıkça veya bir siyasi onları telefonla kutlamak için aramadıkça tanıtılmıyor, milli takımlarımızdan (futbol dışında) yok denecek kadar az haber veriliyor. Milli takımlar için geçerli olan bu durum aslında futbol dışındaki her sporun her düzeyi için geçerli. Bu durumdan dolayı spor medyası yerine, futbol medyası tabirini kullanmak daha doğru olacak gibi...
Bu durumun başlıca nedeni 'Biz futbol ülkesiyiz', 'Halkımız futbol dışında bir şeyle ilgilenmez' gibi iddialardır. Bunun sonucunda bir spor gazetemiz, 2008 yılında Pekin Olimpiyatları ile Süper Lig’in açılışının çakıştığı gün 'Olimpiyat’ı Bırak Süper Lig’e Bak' gibi bir manşet atmışlığı vardır. Burada unutulan çok önemli bir durum var: Süper Lig yalnızca ulusal bir lig iken millî sporcularımız o Olimpiyat kotasını alabilmek için ne mücadeleler veriyor?
Sporcular, daha küçük yaşlarda altyapıdan başlıyor; önce il, peşinden bölge ve en sonunda da ülke finallerine katılıyorlar. Oradan topladıkları puanlarla önce Avrupa ardından da Dünya Kupalarına katılıyorlar. O puanlarla milli takıma seçiliyorlar ve bireyselin dışında milli takım için hem Avrupa hem de Dünya Kupalarında ter döküyorlar ve aldıkları puanlarla Olimpiyat elemesi için, ardından Olimpiyat elemelerini geçince de Olimpiyat kotası alıyorlar. Sizlere kabaca süreci aktarmaya çalıştım, teferruatlarına hiç girmiyorum bile. Ve biz bu kadar meşakkatli işleri başaran gururlarımızı Süper Lig’den daha az önemli bir konuma koyabiliyoruz, açıkçası bu duruma çok şaşırıyorum. Gelelim iddialara… Pandemi başladığından beri çoğumuz söyleşiye veya konferansa gidemedik, ben özlemişim doğrusu. Eğer siz de özlemişseniz gelin sizi bir seminere götüreyim.
Beni nereye getirdin diye sorduğunuzu duyar gibiyim, hemen açıklayayım. Sizleri Eurosport’un genel müdürü, yıllardır spor yazarlığı yapmış ve gerçekten de severek takip ettiğim Bağış Erten’in TEDX platformunda yaptığı seminere getirdim (şayet izlememişseniz internetten bulup izlemenizi şiddetle tavsiye ederim). Bu konuşmasında Bağış Erten, “Spor Medyasının Değişen/Değiştirilen/Değişmeyen Yüzünü anlatırken insana ütopik gelebilecek bir medyadan bahsetti. 3 büyük takımın maçlarına sayfanın en altında yer verip Olimpiyatı hatta bir Türk sporcumuzun rakibinin, onun için söylediği “Onu eze eze yeneceğim.” açıklamasını manşete taşıyan, 3 büyükler ile Göztepe-Sarıyer maçını aynı kefeye koyan, yarışan hiçbir Türk sporcu olmamasına rağmen muhabirini turnuvaya yollayıp oradaki sporcularla röportaj yaptıran bir medyadan söz etti. Şimdiyi düşünce ütopya gibi gözükse de aslında bu medya da bizim medyamız, hem de çok uzaklarda değil yalnızca '92 öncesi medyamızdan kesitlerden.
Gelelim o seminerden çıkartacağımız derslere. O manşetler, şu anda iddia edilen bazı kalıplara inat dimdik duruyor ve şunu görmemizi istiyor: Medya futbol dışına daha fazla ilgi gösterdiğinde diğer branşların iyi işler sunduğu ve halkın da bu tür branşlara rağbet gösterdiği görülür. Bu tarzdaki bir spor dergisi olan Sokrates’in Türkiye’nin en çok satan spor dergisi olması da spora olan bu sevgimizin geçmişte kalmadığının bir diğer göstergesi diyebiliriz. Anlaşılan futbol o kadar da olmazsa olmazımız değilmiş, değil mi ama?
Mecralarımızda, eğer tek bir spor muhabirine bütün spor branşlarını yüklemezsek; Fenerbahçe, Galatasaray, Beşiktaş, Trabzonspor muhabirlerinin yerine spor muhabirleri, yine aynı bu takımların yorumcuları yerine spor yorumcularına ağırlık verirsek ve haberleri de ona göre düzenlersek hem spora ilgisi olmayanlar sporcularımızı görüp o spora yönelebilirler hem de kaotik bir Süper Lig’den biraz rahat bir evrene geçer, bütün bunların etkisiyle de kavgalarımız azalır, eskisi gibi kol kola, centilmence maçı izleyebiliriz.
Bu sistemi değiştirmememiz için hiçbir engel yok, yeter ki isteyelim. Umarım bir an önce 20 yıllık hatadan dönülür, “Spor medyası” kavramı sözde değil özde kalır.
Hem medya hem de sporseverlerin unutmaması gerekir ki “Futbol bir spordur ama spor futboldan ibaret değildir.”