Samsun Kent Haber köşe yazarı Furkan Eren Özdemir, son günlerin tartışma konusu olan DEM Parti'nin meclis grubunda Öcalan sloganları atması ile ilgili yazdığı köşe yazısında "PKK ve onun elebaşı Abdullah Öcalan ismi, sadece bir siyasi tartışma konusu değil; acının, ihaneti görmüşlüğün, vatana kastın adıdır. Bu, milletin sinir uçlarını felç etme operasyonudur. Ve bu operasyon TBMM’nin çatısı altında yapılmaktadır" dedi.
Türkiye yakın tarihinin en büyük travmalarından biri terördür. Binlerce şehit, parçalanmış hayatlar, yetim kalan çocuklar...
Bu ülkenin hafızasında PKK ve onun elebaşı Abdullah Öcalan ismi, sadece bir siyasi tartışma konusu değil; acının, ihaneti görmüşlüğün, vatana kastın adıdır.
Ama bugün ne görüyoruz?
TBMM kürsüsünden, yani millet iradesinin tecelli ettiği en yüksek yerden
"Öcalan’a özgürlük" sloganları atılıyor.
DEM Partili bazı vekiller, terör örgütü liderini “barış elçisi” gibi sunmaya cüret ediyor.
Dahası, bu olay birkaç marjinal sesin çıkışı olarak kalmıyor; “ifade özgürlüğü”, “çözüm dili” gibi kavramların arkasına saklanarak meşrulaştırılmaya çalışılıyor.
Bu sadece bir siyasi taşkınlık değil.
Bu, sosyolojik bir kırılma anıdır.
Ve bu kırılma, göründüğünden çok daha derin bir tahribat yaratmaktadır.
Terörle yanan köyleri, şehit cenazelerini, okul basan, öğretmen öldüren, bebek katleden bir örgütün lideri siyasallaştırılıyor.
Amaç nedir?
Unutturmak.
Hatırlayan bir millet direnç gösterir. Hatırlamayan kabullenir.
Bugün yapılan şey, milleti hafızasızlaştırarak direncini kırmaktır.
Meclis’te 'Öcalan' ismini övmek, aslında
"Devletin terörle mücadelesi yanlıştı" demektir.
"Devletin yargı kararı yok hükmündedir" demektir.
Bu bir fikir beyanı değil, otorite testidir.
Karşındaki devlet mi güçlü, slogan atanlar mı?
Ve maalesef, sessizlik oldukça, bu meydan okuma cesarete dönüşür.
Sosyolojide bir kural vardır: Bir tabu ne kadar tekrar edilirse, o kadar sıradanlaşır.
"Öcalan barış istedi..."
"Öcalan çözüm sürecinin mimarı..."
"Öcalan İzmir’i selamladı..."
Bugün bunları söyleyenler, yarın "Öcalan siyasete girebilir" deme cesaretini bulur. Bu bir anda olmaz. Adım adım yapılır.
Terör örgütü yıllarca dağda yapamadığını, bugün kürsüde yapmaya çalışıyor:
Türk-Kürt çatışması fitili...
“Devlet seni ezdi” söylemi...
“Biz seni temsil ediyoruz” iddiası...
Bunların hepsi sosyolojik bir mühendislik çabasıdır.
Devlet teröre karşı değilmiş gibi, teröriste "halk temsilcisi" rolü veriliyor.
Bu, milletin en tehlikeli noktadan bölünmesidir: Zihinlerden!
Toplumda çok kritik bir eşik vardır:
İlk kez duyduğunda tepki verir, ikinci kez duyduğunda rahatsız olur, üçüncü kez duyduğunda kanıksar.
Şu an tam o ikinci-üçüncü aşamanın arasındayız.
Bugün TBMM’de bu sloganlar atılıyor.
Yarın TV programlarında "Öcalan da kendi açısından haklıydı" denilecek.
Öbür gün bir bakmışız, "Toplumsal barış için özel statü verilebilir" deniyor.
Bu senaryo fantezi değil; dünyada örnekleri yaşandı.
Terörle mücadele eden asker, polis, korucu,
"Biz ne için savaştık?" diye sorar hale gelirse...
Şehit aileleri "Bizim acımız değersizleştirildi" hissine kapılırsa...
Toplum "Devlet terörü tolere ediyor" algısına girerse...
İşte o zaman devletin temeli sarsılır.
Çünkü devletin gerçek gücü tankta, topta değil; milletin yüreğindedir.
Bu mesele sadece bir partinin, bir vekilin, bir slogandan ibaret değildir.
Bu, toplumsal dönüşüm hamlesidir.
Bu, milletin sinir uçlarını felç etme operasyonudur.
Ve bu operasyon TBMM’nin çatısı altında yapılmaktadır.
Sosyolojik gerçek şudur:
Terörün mermisi kadar, meşruiyet arayışı da öldürücüdür.
Bugün sessiz kalınırsa, yarın çok geç olabilir.
Çünkü milletin değerlerini hedef alan her girişim, millet sustuğu an başarıya ulaşır.
Ve unutmayalım:
Bu topraklarda bebek katiline özgürlük isteyenin karşısında, evladını toprağa vermiş bir millet vardır.
Millet susarsa tarih konuşur.
Tarih susarsa bedel konuşur.
Şimdi konuşmak, şimdi direnmek, şimdi hatırlamak zamanıdır.







































Sayın yazara katılıyorum. Yaşadığımız sıkıntılı durumun sorumluları, apo ülkeye getirildiği ve idama mahkum olduğu halde onu asmayanlardir. Demirel, Ecevit, Bahçeli, mesut yılmaz, her dediğini yaptıran MGK, vs vs. Sahte Türkçüler ve sahte Atatürkçüler. Şayet apo, o dönem asılmış olsaydı bu tartışma olmazdı. O dönem RTE, siyasi yasaklı idi. AKP, kurulmamışti. Evet tek suçlu, apoyu asmayan lafta Türkçü ve Atatürkçü geçinenlerdir.
bir sedef oluyor bir asena oluyor. sonra yazara katılıyorum diyor :) apoyu astırmayan bilge lider bahçeli sanıyorum en doğru kararı vermiş. aponun yerine kimin geleceğini bilmiyordu kimse. pkk yı iki bbaşlı yaparak isabetli bir karar vermişler fakat akp ile başlayan cezaevi süreci maalesef 5 yıldızlı bir konsepte dönüşmüş ve ceza olmaktan cıkmıştır. bugunde akp-pkk-mhp ittifakının verdiği sözlerinin ceremesini çeken bir millet olduk. yaşasın türk milleti.