Başlığına bakıp kızgın olduğumu sanmayın. Kavgayı da anlatmayacağım elbet.
Meydanlarda, alanlarda sık sık yaptığımız o simge hareketten bahsetmek istiyorum. Tek bir sembolün, toplumların hafızasında nasıl koca bir anlam taşıdığından söz etmek istiyorum.
Birleştirin parmaklarınızı...
Sıkın elinizi... Kaldırın göğe!
İşte o hareket, yalnızca bir jest değil; bir hafızadır.
Bu hareket, ilk bakışta öfke gibi görünse de,
aslında bambaşka bir anlam taşır.
Yumruk, haksızlığa karşı gelişti.
Sömürüye, eşitsizliğe, adaletsizliğe karşı doğdu.
İnsanı değersizleştiren sisteme, emeği yok sayan düzene,
susturulan seslere bir cevap oldu.
O, öfkenin değil; bilincin sembolüdür.
Birlikten doğan gücü hatırlatır.
Yalnızca meydanlarda değil; yazılarda, sokaklarda, evlerde,
düşüncelerde yaşar.
Çünkü yumruk, tek tek parmakların güçsüzlüğünü değil,
birleştiğinde ortaya çıkan ortak iradeyi anlatır.
Yani farklı fikirler, kimlikler ve emekler tek bir amaçta birleştiğinde,
gerçek bir etki yaratılır.
İşte o zaman yumruk, bir eylemden çok daha fazlasına dönüşür:
Bir dayanışma, bir umut, bir direniş hatırasına.
Ve bugün, tüm seslerin karıştığı, adaletin sesi kısıldığı
bu çağda, yumruk hâlâ aynı soruyu sorar:
Sen hangi haksızlığa karşı, kimin yanında duruyorsun?
Artık parmaklarını birleştirip yumruğunu sıktığında,
ne demek istediğini biliyorsun.
Çünkü yaptığın şeyi bilerek yaparsan,
o artık bir refleks değil, bir duruştur.
“The raised fist is not to strike, but to rise.”
(Yumruk, vurmak için değil; yükselmek içindir.)
1930’lardan itibaren sosyal hareketlerin evrensel sloganlarından biri







































Bir elin nesi var, yumruğun sesi var.