İnsanın yürekte değil cepte, sevginin içte değil dilde, sözler fevkaladeyken davranışların alelade olduğu, bir bencillik furyasının hepimizi sarıp sarmaladığı garip zamanları yaşıyoruz.
Herkesin herkesten her an haberi olduğu ama kimsenin kimseyi anlamadığı, anlamak istemediği, kimseden haberi yokmuş gibi davrandığı sahtelik devrini yaşıyoruz.
Arkadaşlıkmış, dostlukmuş, vefaymış, sadakatmiş, insanlıkmış içlerinin tamamen boşaltıldığı, hakiki manalarının unutulduğu, dilde isimlerinin kalıp gönülde cisimlerinin yok edildiği tarumar çağı yaşıyoruz. Birbirimize karşı İmtihanımız oldukça zorken hepimiz cenneti garantilediğimizi düşünüyoruz.
Fazla da içimizi karartmak istemiyorum ancak böyle karamsar bir tabloyu hayalim olarak çizmedim ya da gördüğüm kötü bir rüyayı sizlere anlatmıyorum. Hepimizin şikâyet edip durduğu gerçekleri sesli olarak üzerine basa basa dile getiriyorum sadece. Bunu yaparken kimseyi suçlamak gibi bir amacım da yok peşinen söylüyorum.
Bu yazımı kaleme alırken tüm amacım bir nebze de olsa zihinlerimizde farkındalık oluşturabilmektir. Unuttuğumuz gerçeği tekrar hatırlatmak, zihnimizin bir köşesinde tozlanmış olup dışarıya çıkarılmayı heyecanla bekleyen hakikati gün yüzüne çıkarabilmektir.
Biz bir bütünün parçalarıyız. Hepimiz bu toplumun içinde fert fert yaşayarak bu toplumu oluşturuyoruz. İnsanlık dediğimiz bütünün içinde tek tek bizler varız. Bu sistem değişmeli diye veryansın ettiğimiz, haykırdığımız sistem kendi kendine oluşmuyor, bu sistemi hep birlikte bizler var ediyoruz.
Hal böyleyken şikâyet ettiğimiz bu çağ da kendiliğinden oluşmadı elbette, bu çağ hepimizin ortak eseridir! Gözümüz aydın olsun teknolojik gelişmeler, dijital çağ, online yaşam derken ortaya nur topu gibi şikâyet, bencillik, vurdumduymazlık çağı doğdu. Kimsenin yüzünün sahiden gülmediği, sevginin kökten sahteleştiği, içi dışı bir olmayan insanların türediği bir çağ olup çıktı.
Ortada bir suç varsa ve hepimiz bir suçlu arıyorsak, bu çağı bu hale getiren her birimiz tek tek suçluyuz. Eserimizle övünemiyorsak hep şikâyet edip konuşuyorsak başkalarından önce kendimizi güzel bir sorguya çekmenin zamanı gelmiş de geçiyor demektir. Meselin çözümünü uzaklarda aramamıza gerek yok. Ayan beyan ortada çözüm yolumuz! Kendimize dönmek!
Bizler,
Ne istiyor ne yapıyoruz?
Ne gerekiyor nasıl davranıyoruz?
Başkalarını günahkâr ilan ederken kendimizi melek mi görüyoruz?
Şikâyet ettiğimiz bu dünyaya hakikaten değer katıyor muyuz?
Bu zincirleme sorular eşliğinde vakit kaybetmeden kendimizle yüzleşmeliyiz. Şikâyet ettiğimiz bu çağı, bu sistemi, bu düzeni, bu insanlığı değiştirmek istiyorsak bu değişime önce kendimizden başlayacağız. Kendimizi düzeltmeli, yenilemeli, değiştirmeli, dönüştürmeliyiz.
Sözlerimizle, düşüncelerimizle, duygularımızla, davranışlarımızla, karakterimizle dünyaya katma değer katabilecek yeni bir ben’i inşa etmeliyiz. Her birimiz kendimizdeki eksiklikleri tamamlamalı değişimi bir an önce kendimizde başlatmalı ve yaşatmalıyız.
Sevgiyle, saygıyla, merhametle, vefayla, inançla, nezaketle, samimiyetle, adaletle kendimizi yeniden yoğurmalı ve donatmalıyız. Sözlerin, cümlelerin, paragrafların, kavramların içlerini yeniden hak ettiği gibi doldurmalıyız. Şikâyet ettiğimiz her kötülüğün karşısına mutlaka bir iyilikle dikilmeyi kendimize bir kural edinmeliyiz.
Sonrası zaten kendiliğinden gelecektir göreceksiniz. Hep birlikte şahit olacağız. İnanıyorum.
Her birimizin sevgiyle inşa ettiği yeni “ben” dünyanın yeniden şekillenmesini sağlayacaktır. Yeni” biz” oluşurken güzellikler hepimizden dalga dalga yayılacaktır.
Bizim yapmamız gereken şikâyet etmek değil çözüm üretmektir.
Olanı biteni olduğu gibi seyretmek değil harekete geçmektir.
Buradan hepimize sesleniyorum güzel insanlar:
Sen de “Durma Harekete Geç” artık.
Daha yaşanılacak bir dünya,
Daha adil bir yaşam,
Daha sevgi dolu bir hayat,
Daha huzurlu bir ortam için…
Durma Harekete Geç!
Sevgi ve Muhabbetle,