Ben…
Söyle ben, kimsin sen?
Hiç düşündün mü ey can!
Ben dediğin aynada gördüğün beden mi sen?
Hangi hâl idi bu soruyu bize düşündüren?
Şükür ki geldik sonunda bu hâle.
Farkındalık hâline ...
Sevgiydi cevabı, sordum aynadaki ben dediğime.
Sevgi halinde bulunur mu korku?
Ne ben benmişim ne de sen sandığım senmişsin.
Madem sevgiyiz hepimiz, öyleyse ben'i atalım lûgatımızdan, varalım yokluk yurduna…
Yokluk yurdu; O’nun olup ben'in kalmadığı asli yurdumuz, arka yüzünden bak istersen ki; varlık yurdu ne çıkar?
“Göz olmuş; göz göz yürek ile bir bakar.
Bir tek O’nu gören gözde artık 'Ben' ne arar?
Benliğimizi bizi ayakta tutan kendimiz sanarak yaşarız, ta ki öz benliğimizi farkedene kadar. Oysa benlik, zihnin bize bir oyunudur.
Korkulara hapsedilmiş bir kimliktir 'Ben' …
Her şeyin zıttıyla kaim olduğu bu hayatta sevgiyi bilmek için önce korkuyu deneyimlemek gerekiyordu ve varlığı tekamülümüz için bir lûtuftu.Benlik olmasa öz benliğin varlığı, hakikati ve güzelliği bilinebilir miydi ?
Korku duygusu içgüdüsel bir mekanizma gibi çalışsa da kaygı seviyesinin yükseldiği durumlarda bedeni ve ruhu ele geçirerek yönetmeye başlar.
Korkunun hakim olduğu zihinlerde de sevgi hüküm süremez…
Sevgi; yüreğimizden doğan gerçek ışıktır. Durgun bir deniz gibi, sakin ve sessiz, derin bir huzur halidir.
Korku ise kabz halidir. Korkudan doğan karanlık ise zan ve vesveselerdir.
Cennet ve Cehennem halleri de bu hallerdir aslında…
İyilik ve kötülük, güzel ve çirkin, savaş ve barış ...
Bunlar hep korku ve sevginin türevleridir.
Korkunun olduğu yerde Rab ile iletişim olmaz.
Ancak sevgi varken Rab öğretir.
Korku bir kelepçe, takılı olduğu yer de zihindir.
Özgür düşünemediğin yerde köle,
Özgür düşünebildiğin yerde kul olursun.
Benlik, korkunun yarattığı bir illüzyondur,nefsin kıyafeti gibidir.
Giyersin ama hiçbir zaman oturmaz üzerine. Hep rahatsız eder, atmak istersin ama alışkanlıklarından vazgeçemezsin.
Hep önce kendi benliğin gelir.iğneyi bir türlü başkasına çuvaldızı kendine batırmak istemezsin.
Ben; çok sever, değer verir, aşık olur, şiirler yazar , şarkılar söyler…
'Ben' bunları kendi için, varlığını sürdürmek için,kendi yalnızlığını ve değersizliğini gidermek için yapar.
Rolden role koşar, halden hale girer çıkar....
Ben, insanlara yardım eder, kendi vicdanını tatmin etmek için …
Kurallara uyar , iyi bir insan görünüp takdir edilmek için.
'Ben' sözde sever, yalnız kalmamak için.
Ödün verir, alabilmek için…
Ben bir canavardır aslında üzerine varmadıkça maskesi bir beşerdir.
Ben'in kendini bırakması ve gerçek Ben’e ulaşması
İçin kendini gözlemleyip kendi nefsi üzerinde çalışması gerekir.
Bunu gerçekten istiyor muyuz?
Övüldükçe mutlu olan Ben’i bırakıp,alışkanlıklarımızı terkedip, aslolan Ben’i gerçekten bulmak ve özbenliğimize kavuşmak asli ve daim mutluluğumuzu bize getirecek olan öz cevherimizin aynasına ulaşmayı yürekten istiyor muyuz?
Nedir Özbenlik peki?
Ben bu yaşa kadar böyle geldim bu saatten sonra nerden çıktı Özbenlik ? Neden bırakayım beni?
Bırak ki kurtulasın arzuların kölesi olmaktan, kaygılardan, korkulardan, acıdan, keder ve elemden, hırstan, öfkeden, can sıkıntısından, acıdan , sıkıntıdan, yarıştan, yorgunluktan, intikamdan, kin ve nefretten....
'Ben' gider 'Biz' gelir.
Özümüze döndükçe gürleşir ve Özü gür, özgür bir kul oluruz…
Kul olmak ise; Hakk’ ın aynası olmaktır, bu ne güzel lûtuf, ne güzel ikramdır…
Rumi, Mesnevi'de kul ve özgür olmayı şöyle dile getirmiştir ; “Ey doğru yola ermiş! Benlikten benliksizliğe kaçarlar veya sarhoşluğa veya meşguliyete, kendini unutunca, anarlar seni kul oldun mu ,O zaman özgür bırakırlar seni.”
En önemlisi Ben-benlik,Hakikate ve doğruya ve de gerçeğe karşı bir örtüdür. Örtü kalkınca Hakk da Hakikat te ortaya çıkar, zaten ortadadır ama benlikler birer uykudur...
Beni bırakamayan ziyandadır ,kendi nefsinin kölesidir.
Bir delil getirmek gerekirse en güzeli Allahın emriyle gelecektir.
Yüce kitabımız Kur’An ‘da Allah Azimmüşan der ki :
Asra yemin olsun ki, İnsan mutlaka ziyandadır
Ancak iman edenler, salih amel (iyi işler) işleyenler, birbirlerine hakkı tavsiye eden ve sabrı tavsiye edenler bunun dışındadır.
(Asr Suresi)
Yazımızı Pirimiz Mevlana Celaleddin Rumi nin mesnevisinden aldığımız bir hikaye ile kapatalım.
Dostunun kapısını çalan kişinin hikâyesi:
Dost içeriden “Kimdir, o?” dedi. -Kapıdaki- “Benim” dedi. Dost, “Madem sen, sensin, kapıyı açmıyorum. Dostlardan “Ben” olan hiç kimseyi tanımıyorum. Git!” dedi.
Biri geldi, arkadaşının kapısını çaldı. Arkadaşı, “Ey güvenilir kişi! Kimsin?” dedi.
'Ben' dedi. Ona “Git, zamanı değildir. Böyle bir sofrada ham kişiye yer yoktur” dedi.
Ham kişiyi ayrılık ve hicran ateşinden başka ne olgunlaştırır? İki yüzlülükten nasıl kurtulur?
O zavallı gitti. Bir yıl yolculukta dostunun ayrılığında alevlerle yandı.
O yanmış, olgunlaştı. Sonra geri döndü. Yine arkadaşının evinin etrafında dolaştı.
Dudağından edepsiz söz çıkmaması için yüz korku ve edeple kapının halkasını vurdu.
Dostu, “Kapıdaki kimdir?” diye seslendi. “Kapıda da sensin, ey sevgili!” dedi.
-Dostu- “Şimdi benim gibisin, ey ben! Gir. Evde iki bene sığacak yer yok” dedi.
Mesnevi'de ki 'Ben' odaklı düşünce ve tavırların,bireysel ve toplumsal kötü sonuçları doğurduğunu işaret ediyor.
Rumi’ye göre de Ben-benlik yanlışlıkların ve kötülüklerin kaynağıdır. Hatta ölçüsüzlüğün, tembelliğin ve cimriliğin kaynağı da benliktir:
“Tembellikten, cimrilikten, biz ve benlikten dolayı karşı koyuyor, kendini baş yapıyorsun.” diyerek; yine benliğin olumsuz yönüne değinir.
Sevgilerimle ...