1968 yılından itibaren 70 yaşına merdiven dayayan bir Atatürk Milliyetçisi olarak, mensubu olmaktan onur ve gurur duyduğum ülkücü hareketin diğer siyasi oluşumlarının aksine birbirlerine olan bağlılıkları ve davranışları farklıdır.
Çünkü hiçbir siyasi hareketin ardında idealler uğruna 3.000 kişiye yakın can kaybı, bunun 3 katından fazla sokaklarda darağaçlarında ve 4 duvar arasında yitip giden istikballer, canlar yoktur. Ülkücülük gurur ve şuuruna sahip kişiler nerede, hangi siyasi partide olursa olsun, birbirlerine kişisel veya şahsi veya siyasi ikballer ile maddi çıkarlar değil, en kutsal varlıklar ile gönül yoldaşlığı ile birbirine bağlıdır öyle ki, ülküdaşına mermi gelmesin diye önüne atlama duyarlılığında olan kişilerdir.
Ancak siyasi hesaplar ve şahsi ikballerin etkisi ile zaman zaman adresler değişmiş ve bazı değerlerden feragat edilmiştir. Gücü eline geçirmek isteyenlerde bu zafiyeti iyi kullanmıştır. Yine yaşanmışlıklardan bir örnek vermek istiyorum.
MTTB'nin 1969 yılında yapılan başkanlık seçiminde bizim gibi milliyetçilerin adayı Mustafa Ok (Komando Mustafa)
R.Tayyip Erdoğan, İsmail Kahraman, Abdüllatif Şener ve Bülent Arınç gibi İmam Hatipliler grubunun adayı ise Burhanettin Kayhan idi.
Siyasilerin İsmet abisi olarak Türk siyaset tarihinde, iz bırakan rahmetli İsmet Sezgin ise eski başkan Rasim Cinisli hocanın yönetiminde olan, bir kişi olarak milliyetçi adayın oyların bölünmesi için bir aday çıkarmış, oyların bölünmesi sonucu İmam Hatiplilerin adayı Burhanettin Kayhan 72 milliyetçilerin adayı Mustafa Ok ise 35 oy almıştır.
Asıl anlatmak istediğim konu, siyasi ikballer için bu kongrede yaşananlardır. Çünkü bugün yaşananlar adeta geçmişin aynasıdır. İmam Hatipliler salonu bölmüş, kendi taraftarlarına Müslüman Türkiye ve karşılarındaki grup ise buna karşılık Milliyetçi Türkiye sloganları atmaya başlamış ve doğal olarak karşılıklı yumruklaşmalara varan olaylar yaşanırken, İmam Hatiplilerin adayı silah kullanarak bir kişinin yaralanmasına neden olmuş, emniyette verdiği ifadede ise 'Bende silah yoktu belime silahı komandolar koydu' şeklinde ifade vermiş, serbest kalmış ve sonuçta başkan seçilmiştir.
Ancak o dönemde yaşanan bu olay nedeniyle İmam Hatipliler grubu ülkücüler tarafından Yeşil Komünistler olarak tanınmıştır. Dini kullanan bu grubun geçmişten bu yana politikaları değişmemiş Türk İslam Ahlak ve Fazileti'ni savunan ülkücüler, bu gruplar tarafından dışlanmıştır. Yani bir yerlerde, yer almak için her yol mubahtır mantalitesinin gerçekliğini ortaya koyulmuştur.
Yenimahalle'de gerçekleşen saldırı olayının perde arkasını MHP kurucularından çok eski dostum Şevket Bülent Yahnici anılan toplantıda konuşmacı olduğu için kendi ağzından dinlediğim kadarı ile şu şekilde gerçekleşmiştir. Toplantıdan bir gün önce emniyet güçlerine bilgi veriliyor. Emniyet gelen grubu kapıda karşılıyor hep birlikte salona giriliyor. Salondakilerin büyük çoğunluğu 12 Eylül öncesinde, sokaklarda savaşmış gözü kara eski ülkücüler. Polis grubun önünde adeta koruma görevi yapıyor. Fakat salondaki eski tüfekler, grubu ortalarına alıyorlar. Ağzı burnu kırılanlar ayağını, bacağını, tutanlar salonun çıkış kapısına doğru kaçmaya başlıyor. Yine polisler bu kez dayak yiyenlerin salondan çıkmalarını sağlıyor. Yani Türkiye Cumhuriyeti polisi, devletine hizmet yerine hükümete hizmeti tercih ediyor. Başlarında Ankara MHP İl Başkanı var. Hükümete can simidi görevi gören MHP lideri ise "Bunu yapanlar ülkücü olamaz araştıracağız eğer aramızda densizler var ise, gereken cezayı vereceğiz" yerine olayı kendi ikbalini ve hükümeti korumayı tercih ederek, ne alakası varsa eski ülkücü Mansur Yavaş'a kilitliyor ve tehdit eden demeçler veriyor.
Alparslan Türkeş'i uzun uzun anlatmaya gerek yoktur. Onun döneminde Muhsin Yazıcıoğlu da bu harekettin tasvip etmediği politikaları beğenmediğinden MHP'den ayrıldı. Avrupa Türk Federasyonunu kuran Lokman Kondakçı partiden ayrılırken bu köşe yazarı Süleyman Salur olarak, Samsunda tüm Ülkü Ocaklarına karşı bayrak açarak muhalif bir dernek kurarak, genel başkanlığını üstlenen bizlere, ufak tefek tepkilerin dışında herhangi olumsuzluk yaşanmamıştır. Kol kırılmış yen içinde kalmıştır. Bu hareket böylesi hoşgörülü bir lidere sahip iken bugünkü liderin sorgulanması gerektiğini düşünmekteyim. Ancak onun anıldığı bir toplantıyı başkan seçilmek uğruna, yani siyasi ikballere yönelik bir eyleme maruz bırakmak ve geçmişte Müslüman Türkiye- Milliyetçi Türkiye olarak gençlerin bölünmesine, birbirlerine karşı silah kullanmaya kadar götüren eylemlere taşıyan kafa yapısına taşıyan zihniyet, bugünkü MHP zihniyeti ile aynıdır. 12 Eylül öncesinde, ülkücülerin hakim olduğu okulda okuyabilmek adına ülkücü olan ve sonrasında Muhsin Yazıcıoğlu'nun bana anlattığına göre, Adana'dan bindikleri araca silah yükletip sonrada kendilerini yakalatan Devlet Bahçeli'yi 10 yılını cezaevlerinde geçiren bir ülkücü olarak kınıyorum. Çünkü bu hareket ülkeyi yönetmeye talip iken bugün 'Milliyetçiliği ayaklar altına aldık' diyen bir siyasi yapıya, adeta cankurtaran simidi olmuş ve kendi değerlerinden taviz vermiştir. Ülkücülerin birbirlerine yumruk sıkmasına darp etmesine zemin hazırlamıştır. Bu saldırıyı azmettirenler bilfiil içinde bulunanlar ülkücü olamaz. Geçmişteki ülkücülerin toprağa verilenlerin, istikballerini 4 duvar arasına hapsedilenlerin şahsi veya siyasi ikballeri için değil, vatanının milletinin değerlerini korumak adına hiçbir hesabı olmayanların sermayelerine ihanet edemez. Asıl ihanet ve gaf içinde olan kendileridir. Bu kafa yapısında olanlar, MHP'li değil AKP'li zihniyetine hizmet edenlerdir. Alparslan Türkeş'in anıldığı toplantıyı basma cüretini gösterenler ülkücü olamaz.