Hukuk sistemimizdeki aksaklıklar ne yazık ki ülke ekonomisinde de tahribat yaratmaktadır. Devlet babadır. Herkese adil olmalıdır.
Devlet bakidir. Devletin temelleri çelik demirlerle atalarımızın kanları ile atılmıştır. Ancak devleti yönetenler, mevkilerini işgal edenler liyakati ön plana almadıklarında, yerelden başlayan problemler ülke geneline yayılır, sonrasında da sınırları aşar ve ülke güvenilirliği ve saygınlığı yok olur.
Adalet mekanizmasındaki aksaklıkları özellikle 12 Eylül döneminde bizzat yaşayan ve askeri cuntanın suçun adamını değil, failleri bulunmayan dosyaları kapatmak için adama göre suç yaratarak, insanların yıllarını dört duvar arasında yaşamalarına mahkum eden adalet sistemi, ne yazık ki günümüzde de 40 yıl sonrasında da iktidara göre dizayn edilmektedir.
Örnekleri köşemize taşımak mümkün değildir. Bunun için 2 yıl bu konuya köşemizi ayırmamız gerekecektir. Ancak yandaş basın ve yandaş iktidar mensuplarını rahatsız etmeyen bir baba ve bir erkek olarak, beni oldukça rahatsız eden ve kısa bir süre önce yaşanan, çürüyen değil çürütülen bir adli cinayeti tek bir örnekle ifade etmek istiyorum.
Kadını meta olarak gören bir zihniyet ne yazık ki son 20 yıllık süre içinde artış kaydetmiştir. İstanbul Sözleşmesinden çıkılarak kadınlarımız şiddete maruz bırakılmıştır. İktidara muhalif bir bayan spikere, iktidara mensup bir partili küfür içerikli bir mesaj atıyor. Mesajdaki değil yazarak anlatmak bir erkeğin dahi ağzına alamayacağı kadar, çirkin ancak hanımefendi kendine yapılan bu saygısızlığı af etmediği gibi kendi kanalında kendine atılan bu mesajı yazıldığı gibi okuyor ve izleyicilerinden çirkin kelimeleri okuduğu için defalarca özür diliyor. Davacı oluyor mahkeme "Kime küfredildiği belli değil" mütalaası ile dosyaya, takipsizlik kararı veriliyor. Ve o vatandaş tutuklanmıyor! Oysa mesajda alenen isim belirtiliyor. Böylece adalet pas pas haline getirilip ayaklar altında eziliyor. Yandaş kanalların bir spikeri olmuş olsaydı. Tüm kanallar ve iktidar milletvekilleri mesajı yazan kişiyi FETÖ'cü veya PKK'lı diyerek tutuklanmasına ve aylarca mahkemeye çıkacağı günü bekleyerek günlerini cezaevinde geçirmesini sağlayacaktı. Yani adalet kendilerine göre adalet başkalarına karşı ise zulmün sopası olacaktı.
Ekonomik zorlukları göğüsleyen vatandaşların çaresizliği, akaryakıta yapılan zamların neden olduğu bilindiği halde yine bir iktidar mensubu, insanları aptal zanneden bir mensubu, akaryakıta iki gün üst üste yapılan zamları "Biz sabah akşam benzin mi motorin mi içiyoruz" şeklinde bir açıklama ile savunuyor. Cumhurbaşkanımız ise her "Apartman kapıcısının dahi bir arabası var" diyerek ekonomide gidişatın mükemmel olduğunu iddia ederken, ülkede açlık sınırı 10.000 TL'yi aşarken her 3 gençten biri üniversiteyi bitirince bir restoran kapısında “vale hizmeti işi bulduğuna şükreder bir hale gelmesi göz ardı ediliyor.
Konuşmayacaksın, yazmayacaksın kalemini kiraya verirsen gazetenin tiraj gelirine muhtaç olarak yaşamazsın iktidarın nimetlerinden istifade edersin ülkeye hakim olan mantalite budur. Eğer konuşursan yazarsan Silivri'de kendine bir ranza beğenmen gerekir ki, Uluslararası mahkemelerin kararları Edirne'den içeri giremez. Ne yazık ki arzu edilmeyen Türkiye budur.
Cumhuriyetin 98.yılına böyle bir Türkiye layık değildir. Unvanlarının başında 'Cumhuriyet' ibaresi bulunanlar liyakatsiz kişiler o koltukları terk ederek liyakatli gerçek Cumhuriyet evlatlarına makamları terk etmelidirler. Bu ülke bir avuç zümrenin çıkarlarına hizmet etmemelidir. Çünkü millet olarak tüm etnik kökenli vatandaşlarımız aynı bayrağa sahip ve aynı ülkede birlikte yaşamaktadır. Bu milleti hangi yapılanma olursa olsun bir daha 15 Temmuz'a getiremez. Her türlü hesaplar bozulacaktır. Korku imparatorluğuna sığınmak çözüm olmayacaktır. Çünkü bu milletin karakterinde korku yoktur. Tüm emperyalist güçleri diz çöktürmeyi becermiş ve Cumhuriyet var olmuştur.