Kendi ellerimizle şehitlerimizi vatan toprağına bıraktık. Aradan 33 yıl geçti!
1992 yılı PKK terör örgütü mensupları o tarihlerde, Suriye’deki teröristbaşı Abdullah Öcalan’ın emir ve talimatları doğrultusunda ülkemizin bir çok yerinde özellikle de güneydoğu ve doğu bölgemizde, terör ateşiyle her yeri yakıp, yıkıyor, masum insanları öldürüyor, hatta köy basıp bebekleri bile katletmeye devam ediyordu.
Güpe gündüz yollar kesiliyor, askerlerimiz ve sivil vatandaşlarımız şehit ediliyordu. Şehitlerimizi sayı ile ifade etmek istemiyorum ama, bazen onlarca şehit verdiğimiz bile oluyordu. Büyük karakol baskınları yaşanıyordu. Aynı anda Türkiye’nin bir çok yerinden şehit cenazeleri kaldırılıyordu. Çünkü kahraman Mehmetçiklerimiz PKK terör örgütüne özellikle kuş uçmaz kervan geçmez kırsalda Gabar’da, Çatak’ta, Tendürek’te, aklınıza gelebilecek yada aklınızdan dahi geçmeyecek bayrağımızın dalgalandığı her yerde, en ağır darbeyi vuran kararlı ve güçlü bir engeldi.
Hiçbir kahraman Mehmetçiğimiz canının, hayallerinin peşinde değildi. Mevzu bahis olan vatandı. Vatan için, bayrak için, şehadet şerbeti içip kara toprağın kara bağrına bir gül bahçesine girer gibi, vatan evlatları içtikleri anda sadık kalarak giriyordu. Her nedense şehadet şerbeti içen kahramanlarımız yoksul evlerinin, yoksul çocuklarıydı. Kimisi evin tek çocuğu, kimisi ise kalabalık ailenin en büyük çocuğu idi. Rütbeli yada rütbesiz hiç birisi çok varlıklı bir aileye mensup değildi. Gel gör ki, son 33 yılda onlarca şehit cenazesine katıldım. Hiçbir villadan şehit cenazesi çıktığını hiç görmedim. PKK terör örgütü, ülkemizde çok büyük acılara neden oldu. Kahraman Mehmetçiğimiz ve güvenlik kuvvetlerimiz, her türlü fedakarlığı canı pahasına yaparak büyük bir mücadele örneği sergilediler. Özet olarak PKK terör örgütü ve mensupları Türkiye içerisinde bitme noktasına getirildi. Hiç kuşkusuz bu kolay olmadı ama oldu.
Teröristbaşı Öcalan ise 1999’da Kenya’da yakalanıp getirildikten hemen sonra, İmralı adasında kendisi için hazırlanan özel hapishaneye yerleştirildi. İmralı’da Bağımsız Türk Mahkemeleri tarafından yargılandı.
Bursa’nın ilçesi Mudanya, İmralı yargılamaları sırasında şehit yakınlarına ve gazilere ev sahipliği yaptı. Şehit yakınları ve gaziler Mudanya'da yargılama sürecini, büyük bir sabırla beklediler. Teröristbaşı Abdullah Öcalan’ın idam kararı TRT Televizyonu tarafından ilk duyurulduğunda, evladını şehit vermiş şehit ailelerinin ve vücudunda bir veya birkaç uzvunu yitirmiş kahraman gazilerimizin neler hissettiklerine yakından tanık oldum. Kimsenin şehidi bir daha geri gelmeyecekti. Hiçbir gazimizin eksilen uzvuda yeniden yerine takılmayacaktı. Ama mahkemenin kararı çok açık ve netti. Mahkeme kararını TCK.nun 125. maddesine göre 'ölüm cezası' olarak açıklamıştı. Bu cezanın adı idam demekti.
Şehit ailelerinin ve gazilerin devletten bir talebi vardı. Herkes bu bağımsız mahkemenin Türk Milleti adına verdiği kararına saygılı olmalı ve gereği derhal yapılmalıydı. Mahkeme kararı Yargıtay’da onaylandığı halde, Merhum Başbakan Bülent Ecevit, Merhum Başbakan Yardımcısı Mesut Yılmaz ve Başbakan Yardımcısı Devlet Bahçeli’nin ortak mutabakatı sonucunda, Başbakanlıkta bekletildi. Teröristbaşı Öcalan bizim öngöremediğimiz bir güç tarafından adeta korundu ve bir süre sonra 9 Ağustos 2002 tarihli Resmi Gazetede yayımlanarak yürürlüğe giren 4771 Sayılı Kanunun ilgili maddeleri uyarınca teröristbaşı Abdullah Öcalan’ın, Başbakanlıkta bekletilen dosyası Ankara 2 Nolu Devlet Güvenlik Mahkemesine iade edildi. Mahkeme ilgili kanun gereği teröristbaşı Öcalan’ın cezasını 'MÜEBBET AĞIR HAPİS CEZASINA DÖNÜŞTÜRÜLMESİNE' ölünceye kadar hapis cezasının devam edeceğine yönelik gerekçeli ek kararını verdi.
Özet olarak tıkır tıkır işletilen bir süreç Öcalan’ı idam sephasından almış oldu. Bunun anlamı mahkeme kararlarına güvenen saygı duyan şehit aileleri için manevi bir yıkımdı. Teröristbaşı için ise, büyük bir ödüldü. Bu durumu Öcalan için kimse şans olarak düşünmesin. 50 bin kişinin ölümünden sorumlu olacaksın hiç vicdanın sızlamayacak, bunu da savunanlar olacak. Olacak iş değildi ama oldu. Şehit aileleri bu süreçte, çok duygusal bulundu. Her şeye rağmen şehit aileleri istemeye istemeye buna bile razı olmak zorunda bırakıldı. Zaten şehit ailelerine ve gazilere kimsenin bir şey sorduğu görülmedi.
'Şehitler ölmez vatan bölünmez diyen' teröristbaşını asalım diye mitinglerinde ip atan MHP Genel Başkanı Devlet Bahçeli, Apo'ya yani teröristbaşına umut hakkı tanınsın, serbest bırakılsın DEM Partililerle gelsin mecliste konuşsun, PKK terör örgütünü feshediyoruz, desin demişti 2024. Ve bu çağrıdan sonra harekete geçen DEM Partililer İmralı’dan mesaj taşımaya başladılar. Başlattıkları sürecin adını bilmiyoruz. Süreç başladı başlamasına da, hiç kimse şehit ailelerine siz ne diyorsunuz demedi. Bu saatten sonra deseler ne olur, demeseler ne olur. Kim kiminle ne konuşuyor, kim kime neyin sözünü veriyor şehit ailelerinden bilen yok. Zaten PKK terör örgütünün mağdur ettiği şehit ailelerini kimse konuşturmuyor. Aykırı ses istenmiyor. Şehit aileleri endişelenmekte haksız mı? Şehit ailesi olarak elbette endişeleniyoruz.Bu süreçte şehit yakını olmak gerçekten çok zor.
17 Mart, 18 Mart Şehitleri Anma Gününün arefesiydi 2025. İşte tam da böyle bir günde, biz şehit aileleri 18 Mart Şehitleri Anma Günü için hazırlıklarımızı yaparken, Mecliste teröristbaşının sözcüsü DEM Parti heyetinin, başlatılan Terörsüz Türkiye süreci ile ilgili, MHP’lerle kapalı kapılar arkasında basına kapalı görüşmesine tanık olduk. Bu görüşme sadece MHP ile yapılmadı. Aynı DEM heyetinin AK Parti ile yine kapalı kapılar arkasında, basına kapalı bir görüşmesine tanık olduk. Bu görüşmeleri de içimize sindiremedik.
Biz şehit yakınları teröristbaşı Öcalan tarafından şehitlerimizle birlikte hayattan koparıldık. Bizi konuşturmayanlar, 18 Mart Şehitleri Anma Günü öncesi Meclis'te DEM heyetinin MHP’ye ve AK Parti’ye görüşme yaparak şehit yakınlarını üzmediklerini nasıl düşünebilirler?
Eğer şehit yakını değilseniz, bunun ne demek olduğunu anlayamazsınız. 18 Mart sıradan bir gün olmadığı gibi 17 Mart, 18 Mart’ın arefesidir. Bu görüşmeler, söz hakkı tanımadıkları şehit yakınlarının penceresinden bakar mısınız? Vah şehidim, vah demekte haksız mıyız?
NOT: Çanakkale Zaferinin 110. Yıldönümünde 18 Mart Şehitleri Anma Günü devletimizin kurucusu Gazi Mustafa Kemal Atatürk ve silah arkadaşlarını, vatan, bayrak ve tüm ortak değerlerimiz uğruna canlarını ve kanlarını hiç düşünmeden korkusuzca feda eden tüm kahraman şehitlerimizi, ebediyete intikal etmiş gazilerimizi rahmet ve minnetle anıyorum, saygıyla önlerinde eğiliyorum.
Ruhları şad, mekanları cennet olsun.