Temmuz’un, Ağustos’a karıştığı o amansız sıcaklar aklıma gelince, zaman mı değişti, ben mi değiştim diye düşünüp dururum. Tokat-Turhal’ın Var vara suyunun gözesine çizgili yeşil karpuzu koyardık. On beş dakika sonra çizgili yeşil karpuz çatlamış kıpkırmızı rengi göze çarpardı. Kayaların altından kaynayan Berrak soğuk sudan birkaç yudum üst üste içemezsiniz. Elinizi suya sokup yirmiye kadar sayamazsınız? Suyun kaynağından dereye akan su kendir ıslatma kanalını doldururdu. Kalenin doğusunda Hamam Mahallesi ile Manisa Mahallesi arasında yeşil düzlük harman yeriydi. Turhal’ın çiftçilerinin çoğu harmanını burada dövenlerdi. Kimilerinin atları vardı, kimileri öküz koşarlardı, kimileri kömüş(manda) koşarlardı. Traktör parmakla sayılacak kadar azdı. 1960’lı 1970 yıllardı.
Babamın yirmi dönüm tarlası vardı. Ekin tırpanla biçilmiş, ağaç ayak çatalıyla destelenmiştir. Birkaç gün kuruyunca büyük bir yığın yapılırdı. Sabah tan yeri ağarmadan kömüşler ahırdan alınır, boyunduruğa koşulurdu. İlk önceleri kağnımız vardı. Sabah mazıdan öyle bir ses çıkartıldı ki sormayın. Gıcırtısı bazen yanık ve kesik çıkardı, yağlanmış mazıların sesi uzun ve az çıkardı. Sonraki yıllarda ağaçtan yapılmış üstüne çember geçirilmiş tekerlekli (v) şeklinde vagonu olan araba kullandık. 70’li yıllarda lastik tekerlekli vagonlar kullandık. Saplar anadutla (ağaçtan yapılmış üççatallı, saplı araç) aşağıdan biri verir, bir başkası düzenli bir şekilde arabaya desteleri duvar ustası gibi yüklerdi. Arabaya iki, üç metre yükseklikte yüklenen saplar, güneşin ilk ışıklarıyla harman yıkılırdı. Sabah kahvaltısı bulgur çorbasını anam küçük bir bakraca koyar, ekmeği, çökelik, peynir çıhılar harman yerine getirirdi. Topraktan yapılmış testi samanların arasına bir gün önceden saklanmıştı. Bulgur çorbasına aynı sahandan tahta kaşıkla yemek dünyanın en haz verici olayıydı. Aç, yorgun insana açık havada yemeğin tadı bir başka oluyordu. Yemek sonrası, babam sapların arasında biraz kestirirdi. Güneş kendini göstermiş, komşu harmancılar her tarafı doldurmuşlardı. Sesler, şakalar, bağrışmaların haddi hesabı yoktu. Getirilen saplar dirgenle harman yerine kabartılarak saçılırdı.
Döven saçılan sapların üstüne çekilirken altına bakılır, taştan yapılmış dişler düşmüş mü diye incelenirdi. Düven; çam ağacından yapılmış, ön kısmı hafif öne doğru kıvrıktır. Altı on santim sağlam beyaz taştan yapılmış, döveni altında sapı kesen dişler vardı. Hayvanların karnı doymuş dinlenmişlerdir. Kulaklarından tutulup, boyunduruğa yaklaştırılır. Boyunduruğun ucunda ki ağaçtan veya demirden yapılmış zelvelere boynuna geçirilip bağlanır. Daire biçiminde ki harmanda hayvanlara ( ho) denirdi. Dövenin üzerine bazen ağır taş konulur, bazen iki kişi birden binilirdi. Babam ağaç yapımı sandalyesini dövenin üstüne koyar, eline de siyah şemsiyesiyle döven sürerdi. Hayvanlara komut veren övendire bazen hayvanların canını yakıyordu. Övendire;( uzun değneğin ucuna çakılı sivri mıhlı sopadır.) Döven süren dikkat etmesi gerekir. Dairenin değişik yerlerinden gidecek, hayvanın büyük çişi gelinde teneke kap ile tutup alacak. Aksi takdirde havyam gübresi harmanın her tarafına dağılıp ıslatılmasına, kirlenmesine neden olurdu. Bir iki saat dönen hayvanların canı yanınca kaçmaya çalışırlar. İstirahat zamanı geldi demektir. Hayvanların zelvelerini çözer, doğruca kendir gölüne götürürdük. Suya sıcakta giren kömüşler bayram ederdi. Bizlerde harmanın dirgenle altını üstüne getirerek, ezilmemiş sapları üste çıkartırdık. Aktarma işi bitince dinlenmeler, komşularla söyleşi, şaka ganimet olurdu.
Tekrar işe koyulmalı, hayvanlar gölden getirilmeliydi. Babamla gölün kenarına gider, hayvanlara bağırır, el sallar, taşlar atarız. Kömüşler öyle keyifle yatıyorlar ki sorma gitsin. Gözlerini yummuş, geviş getiren hayvan bir kez daha dövene koşulur mu? Babam, “hadi oğlum soyun iş sana düştü çıkar şu hayvanları.” Zevkle soyunur suya dalardım. Elimde küçük bir odun parçası ile hayvana yaklaşıp çıkması için vururdum. Ne mümkün kömüşü sanki tımar ediyorum. Üzerine çıkar, rahatsız eder, değnekle dürtsem de bir türlü çıkmazlardı. Zorda olsa göletten çıkartıp babamın önüne katardım. Islanmışken biraz daha yüzeyim diye izin alıp babamdan göle dönerdim. Yanıma birkaç arkadaşta takılırdı. O yılların güneşi çok sıcaktı. Suda bile kafamızı güneş yakardı. Çamurlu bulanık suda yüzerken kurbağalara elimiz değerdi. Bazen su yılanları bizden kaçar, bizde korkudan su yalanlardan kaçacak delik arardık.
Patoz( traktörün miline kayış takılır, dikdörtgen şeklinde içinde çapraz demir bulunan alet) yeni çıkmış, birkaç belirli çiftçiler harmanını patozlatıp, erkenden kaldırıyordu. Dövenle sürenler bir aydan fazla uğraşmak zorundaydılar. Keyfimiz bitmiş arkadaşlardan ayrılıp harman yerine geldiğimde babam harmanı bir kez daha yüzlemişti. Öğleyi çoktan geçmiş dinlenme zamanı gelmişti. Hayvanlar tekrar Özgürlüğüne kavuşup göle gideceklerdi. Yemek zamanı gelmişti. Sebzeli yemek pek nadir gelse de sofraya, bulgur pilavı, soğan, ayran, yoğur eksik olmazdı.
Döven işi bitmiş saplar samana dönüşmüştü. Yaba ile tığ yapılır. Sıra samanla, buğdayın ayrışmasına gelmişti. Tahtadan yapma, insan gücü ile dişliye bağlı tahtadan kanatları olan savum makinesi ile sabahlara kadar taka, tak savrularak buğdaylar çuvallara doldurulurdu. Haftalarca, süren mücadelenin sonunda kışlık yiyecek eve getirilip ambara konulurdu. Sıra hayvanların yiyeceği saman çetenle samanlığa taşınırdı. Ağustos’un sonu gelmişti. Harman yeri boşalmaya başlamıştı. Bir yılın emeği göz nurunun karşılığı buğday şimdi paylaştırılacak. Tohumluk, unluk, bulgurluk ayrılacak. Fazlası satılıp haçlık yapılacak.
Gece harmanda kaldığımızda, gece geç saatlere kadar çalıştığımız da gökyüzündeki yıldızlar daha canlı, parlaktı. Geceleri soğuk, temiz havanın ciğerlerime yerleştiğini hissederdim.
O yıllarda karpuzun, kavunun, sebzenin tadı başkaydı. Kıvrımlı kırmızı domatesi böldüğümüzde içine kırağı yağmış gibi tanecikler vardı. Kokusunun yanında ayrı bir tat damakta yerini alıyordu. Eriği, şeftalisi, kaysısı, elması, armudu ayrı bir lezzet ve tadı vardı. O günleri yaşayanların eksiği, o günün tohumlarını günümüze taşıyamadık.
Varvara’nın suyu gibi Manisa mahallesinde iki kaynak suyu daha vardı. Büyük kadı gölü, küçük kadı gölü kaynak suları vardı. Varvara’nın suyu şebeke suyuna bağlandı. Büyük ve küçük kadı gölleri kurutuldu. Harman yerine ev okul yapıldı. Kendir göledi düzlendi. Kendir ekimi yasaklanınca, izinli ekimler yapılır oldu.
Döveni artık müzelerde görüyoruz. Teknolojiyi kullandıkça acaba doğayı daha mı tahrip ediyoruz? Eski günlerde yokluk, kıtlık vardı ama dostluk, sahiplenme, yardımlaşma daha fazlaydı.