Her ne yapıyorsan bırak, sadece gökyüzünü seyret... O noktada sadece güneşi değil, ona muhtaç alemleri görürsün...
-Tabi nasibinde varsa...
Ağustos ve Eylül aylarında kutlanan zaferlerimiz, bir başka yaşanır benim memleketimde...
*
Yazısının başlığı ‘Yazmazsam Olmaz’ dı…9 Eylül sabahında soluksuz okuduğum ve sosyal mecradan paylaştığım, büyüğümüz, gazeteci- yazar-hukuk insanı, kıymetli, saygıdeğer Osman Kara ağabeyin İzmir yazısından söz ediyorum.
Hatta izniyle o muazzam yazıdan küçük bir kesiti aktaracağım sizlere;
“Bırakın 9 Eylül’ü, kurtuluş filan yok, emperyalistler alacaklarını üç dört misli ile aldılar ve gittiler” ifadesini kullanan şahısın bilmediğini ya da her hangi bir kayıtla (Atatürk’ün hatıraları gibi...) karşılaşmadığını, rastlamadığını düşündüm biran...
İşte o’ yazı...
‘Yazmazsam Olmaz’
Bugün 9 Eylül; yazmazsam olmaz; yazacağım. Hem de inadına…
Hem Rum’un, hem İsmail’in inadına. Rum dediğim Romalı değil Yunan, İsmail dediğim de malum, bir zamanlar Mustafa Kemal Atatürk gibi bir dâhinin, bir kahramanın, bir millet sevdalısının koltuğuna oturma şansını yakalayan şu bizim İsmail!
“Bırakın 9 Eylül’ü, kurtuluş filan yok, emperyalistler alacaklarını üç dört misli ile aldılar ve gittiler” mealinde bir şeyler söylemişti.
O böyle derken ondan birkaç gün sonra bu ülkenin Sayın Cumhurbaşkanı Recep Tayyip Erdoğan Yunan’a “İzmir’i unutma” diyerek meydan okuyor ya da gözdağı veriyordu.
Bunlardan sadece birisi doğru; ama hangisi? 9 Eylül masal değildir kutsaldır. Bir kutlu aydır Ağustos.
Siz bakmayın İsmail’e de Püsküllü Kadir’e de. İlk ve tek millettir Türk Milleti, İslam Aleminde esarete hayır diyen, “Garbın tek dişi kalmış canavarına” meydan okuyan ve yenen. Olmasaydı o şanlı mücadele, geçmeseydi başa o Başkumandan ve kazanılmasaydı Sakarya ve 30 Ağustos zaferleri, ne Türklük kalırdı Anadolu’da, ne de Müslümanlık!
Bu muazzam yazıyı o şanlı destanın başkumandanı, Türkiye Cumhuriyeti Devleti’nin banisi (kurucusu) Gazi Mustafa Kemal Atatürk’ün şu sözleriyle bitiriyor Osman ağabeyim...
“BU TOPRAKLAR TARİHTE TÜRK’TÜ, BUGÜN DE TÜRK’TÜR VE EBEDİYYEN TÜRK OLARAK YAŞAYACAKTIR…”
Fikrine, ellerine ve yüreğine sağlık ağabeyim... Başbuğumuz cennet mekan Atatürk’ün bir anısı geldi aklıma ve sizinle paylaşmak istedim.
Ee, tabi ki İsmail beyefendi de bilsin, biliyorsa da hatırlasın istedim.
Falih Rıfkı Atay (1894-1971) Osmanlı’nın son dönemlerinin ve cumhuriyet devrinin önde gelen, aynı zamanda Atatürk’ün en çok sevdiği ve güvendiği gazeteci yazarlardandır. Atayın ‘Çankaya’ adlı kitabını okuyanlarınız bilir...
Rakının dibine vurma saati...
Takvimler, 1923'ü gösteriyor.
Adres, numara 248, Kordon...
Naim Palas...
İkinci kat...
Cumbada oturuyor Mustafa Kemal.
Sevmez fazla yemeği.
Leblebi var yine önünde...
Garson titriyor.
Çünkü çocuk Rum.
Sesleniyor Gazi, şefkatli bir ses tonuyla...
"Vre Dimitri" diyor,
“gel bakayım buraya."
Çocuk, "buyur pasam" diyor, ş'lere dili dönmeyen, kırık dökük Türkçesi'yle.
"Sizin Kosti" diyor...
İşgal sırasında İzmir'e gelen Yunan Kralı Konstantin'i kastederek...
-“Sizin Kosti, geldi mi buraya?”
-“Geldi pasam...”
-“Oturdu mu bu masaya?”
-“Oturdu pasam.”
-“Güneş batarken rakı içti mi?”
-“İçmedi paşam.”
-“E o zaman sormadın mı çocuk, ne halt etmeye işgal etmiş İzmir'i...?”
O ne biçim haltsa! Ne Kosti, ne de tohumları bu halt denilen şeyi yemeden duramıyorlar!!!
Gelen gelsin, haltlarında boğulur giderler!
Hem de geldikleri gibi..!
Merak etme paşam biz buradayız…
Sağlıcakla ve İzmir tadında kalın...