Türk siyasetinde yapısal bir açmaz kronikleşmiş durumda: Türk milliyetçileri, geniş ve kararlı bir tabana sahip olmalarına rağmen, bir türlü siyasi birliğe kavuşamıyor. Her seçim öncesi umutla beklenen sinerji, son düzlüğe gelindiğinde ya kişisel hesaplara, ya büyük partilere yedeklenmeye, ya da pasifleşmeye kurban gidiyor. Oysa Türk milliyetçiliği bu ülkenin harcında vardır. Bu damarın sistemli bir şekilde temsil edilmemesi yalnızca bir siyasi boşluk değil, aynı zamanda ciddi bir sosyolojik dengesizliktir.
Bu parçalanmanın nedenleri çok katmanlı:
* Lider egoları ve çıkar çatışmaları,
* Bazı yapıların devletle aşırı angajmanı ve reflekssiz hale gelmeleri,
* Kimilerinin “marjinalleşme korkusu” ile kendini görünmez kılması,
* Ve en önemlisi, tabanı buluşturacak ortak bir dilin, söylemin ve hedefin kurulamamış olması.
Ancak artık zaman bu dağınıklığın maliyetini daha görünür kılıyor. Türkiye, yalnızca bir seçim değil, bir rejim sınavına daha hazırlanıyor: 2028 Cumhurbaşkanlığı seçimleri.
2028 İçin Milliyetçi Strateji: Ya Kurucu Güç, Ya Seyirci
2023 seçimleri Türk milliyetçilerinin stratejik belirleyiciliğini ortaya koydu. Cumhur İttifakı’nın başarısında MHP ve Yeniden Refah gibi partilerin aldığı destek kilit rol oynadı. Ancak bu destek, karşılığında milliyetçi ilkelere sadakati değil, daha fazla taviz ve görmezden gelmeyi getirdi. Özellikle göç, milli eğitim ve adalet gibi alanlarda milliyetçi değerler sistematik şekilde törpülendi.
2028’e doğru üç kritik strateji Türk milliyetçilerinin önünde duruyor:
1. Bağımsız bir aday ve net bir vizyonla halkın karşısına çıkmak,
2. Muhalefet bloğuna yön verici ve belirleyici bir güç olarak katılmak,
3. İki kutup arasında denge sağlayarak milli politikaları masaya dayatmak.
Her biri cesaret, organizasyon ve netlik ister. Ama hiçbiri gerçekleşmezse, Türk milliyetçiliği bir kez daha “oy deposu” muamelesi görüp kenara atılacaktır.
CHP Cephesinde Adaylık Denklemine Dair: Neden Özgür Özel?
CHP’de ise Cumhurbaşkanlığı adaylığı konusunda kartlar yeniden karılıyor. Özellikle Ekrem İmamoğlu’nun yargı süreci, adaylık ihtimalini ciddi biçimde zora sokmuş durumda. Son haftalarda hız kazanan dosya trafiği, karar süreçlerinin hızlandırılması ve iktidar yanlısı medya kampanyaları bu sürecin tesadüf olmadığını gösteriyor.
Bu durumda öne çıkan figür CHP Genel Başkanı Özgür Özel. Son dönemde attığı adımlar, söylem tercihi ve parti içi pozisyonlanması bu ihtimali güçlendiriyor:
* MHP lideri Devlet Bahçeli’ye verdiği dikkatli ama sert yanıt,
* Yeni anayasa tartışmalarında iktidara açık çek vermeyen ama radikalleşmeyen söylemi,
* Parti içindeki ulusalcı ve sol kanatlar arasında sağladığı denge,
* Yerel seçimlerde büyükşehirlerdeki başarıyı sahiplenerek liderlik tescili yapması.
* Son olarak ise Erdoğan'ın CHP'li isimlere yönelik "telef" söylemiyle Mansur Yavaş'ı da üstü kapalı olarak hedef alması.
Özgür Özel, bir "aday" gibi davranıyor ve kamuoyunu buna alıştırıyor. Bu gelişmeler, İmamoğlu’nun engellenmesi senaryosunda Özel’i "makul ve yönetilebilir" aday konumuna getiriyor.
Mansur Yavaş Neden Gölgelendi?
Bu süreçte akla ilk gelen alternatif olan Mansur Yavaş, sistematik biçimde gölgede bırakıldı. Yerel seçim sürecinde dahi CHP merkez yönetimi Ankara Büyükşehir Belediye Başkanı’na sınırlı alan bıraktı. Seçim kampanyasında düşük görünürlükle tutuldu, “adaylık tartışmalarına kapalıyım” mesajı öne çıkarıldı.
Somut örnekler:
* CHP’nin adaylık tartışmalarında İmamoğlu-Özel ikiliğinin sürekli vurgulanması,
* Parti vitrininde Yavaş’ın yalnızca belediye hizmetleriyle sınırlı bir çerçevede yer alması,
* Bazı CHP’lilerin açıkça “Yavaş pasif kalıyor, enerjisi düşük” yorumlarıyla algı operasyonu yürütmesi.
Bu bilinçli tercih, Yavaş’ın ulusal liderliğe uygun olmadığı izlenimini yerleştirmeyi amaçladı.
Türk Milliyetçileri İçin Yavaş Senaryosu: Aday Olursa Ne Olur?
Ancak Mansur Yavaş, 2028 seçimlerinde bağımsız ya da milliyetçi çevrelerle uyumlu bir yapıda aday olursa, Türk milliyetçileri için eşsiz bir fırsat doğabilir.
Üç senaryo öne çıkıyor:
1. Yavaş, Türk milliyetçilerinin ortak adayı olarak sahaya çıkarsa, hem şehirli hem geleneksel seçmene hitap edebilir. Bu durumda geniş bir merkez sağ-milliyetçi koalisyon kurulabilir.
2. CHP’den bağımsız ancak merkezden destek alan bir “üst akıl” figürü olarak çıkarsa, milliyetçilerle yaptığı pazarlığın içeriği belirleyici olur: göç, eğitim, adalet gibi konularda net taahhütler alındığı takdirde destek sağlanabilir.
3. Aday olmazsa, milliyetçiler Özgür Özel karşısında “millî politikaları dayatan” denge unsuru olabilir. Bu durumda Özel’in kazanabilmesi, milliyetçi seçmenin koşullu desteğine bağlı hale gelir.
Sonuç: Strateji Zamanı
Türkiye, kimlik siyaseti ve kutuplaşmadan bunalmış, çözüm ve netlik isteyen bir seçmen profiline doğru evriliyor. Türk milliyetçileri bu sürecin ya kurucu aktörü ya da edilgen seyircisi olacak. Artık tercih değil, zorunluluk olan şey şudur: Milli birliğin, bağımsız aklın ve halkçı duruşun temsilcisi olarak sahaya inmek.
Bu defa başka çare yok.