Bazı isimler vardır ki, zamanın insafsız ellerinde eriyip gitmez; bilakis, vakur bir çınar gibi kök salar ve asırlara meydan okur. Fırat Yılmaz Çakıroğlu işte böyle bir isimdir; azmin, fedakârlığın, iman dolu bir yüreğin ve mücadelenin abideleşmiş suretidir.
O, yalnızca bir üniversite öğrencisi değil; hakkın, hakikatin, Türk milletinin ebedî bekçisi, asırlık bir serhat nöbetçisiydi. Kampüs duvarları arasında yankılanan sesi, sadece ilmî bir gayretin değil, aynı zamanda mazlumların haykırışının yankısıydı.
Kalemiyle, irfanıyla, imanı ve iradesiyle bir dağ misali dimdik durdu. O, susturulmaya çalışılan bir nidaydı, karanlıkları delen bir şimşekti, zorbaların yüreğine çöken korkuydu.
Fakat yiğitleri en çok korkaklar hedef alır. 20 Şubat 2015 günü, hainlerin pususunda şahadete yürüdü. Ne bir korku, ne bir tereddüt… Sadece gözlerinde vatan aşkının sarsılmaz azmi, yüreğinde Türklüğün ebedî sancağı vardı. O gün, gökyüzü daha bir hüzünlüydü, toprak daha bir ağırdı; çünkü bir aslan, hain ellerin pususuna düşmüştü. Ama bilmediler ki, Fırat yere düşerken, milyonların yüreğinde bir ay yıldız gibi yükseldi.
Sandılar ki, Fırat’ı susturunca sesimiz kesilecek, sandılar ki, bir canı alarak bir davayı söndürebilecekler… Oysa bilmiyorlardı ki, her bir şehit, bu topraklara bir bayrak gibi dikilir, kökleri daha da derine iner. O’nun inancı, azmi ve adanmışlığı bizlere emanettir. Unutmadık, unutmayacağız! Bir Fırat düşer, bin Fırat doğar!
Bugün, onun aziz hatırası önünde saygıyla eğiliyoruz. Dualarımızda adını, kalbimizde inancını yaşatıyoruz. Şehitler ölmez, vatan bölünmez! Ruhun şad, mekânın cennet olsun, Fırat Yılmaz Çakıroğlu! Ne mutlu Türk'üm diyene!