Bir önceki yazımda fethi hazırlayan sebebleri, Hudeybiye Musalahasındaki
anlaşma bir şartın, yani Mekke Kureş müşriklerinin himayesindeki Beni Bekir Kabilesinin, Medine müslümanlarının himayesinde olan Huzaa Kabilesine saldırısı, cinayet işlemeleri karşısında Peygamberimizin onlara sunduğu teklifleri kabul etmemeleri sonucu, ciddi bir gizlilik içerisinde Mekke’yi fethetme hazırlıklarını başlatmasına vesile olmuştur.
Resulullah’ın askeri dehasını göstermesi bakımından önemli bir husus göz ardı edilmemelidir. O da şudur; Tam ters bir istikamet olan Necit Bölgesine bir askeri birlik, Seriyye göndererek dikkatleri o bölgeye çekmiş, sanki yapılan hazırlığın Mekke Fethiyle alakası yokmuş gibi ne Medine Yahudilerinin, ne de onlarla dolayısıyla da Mekke müşrikleriyle zaman zaman diyalog içerinde olan münafıkların dikkat-i nazarlarından hazırlığın gerçek sebebini kaçırmıştır.
Ne garip tecellidir ki, aynı zamanda ashab-ı Bedirden olan, hicretin 6. yılında çeşitli ülkelere gönderilen elçiler arasında Mısır ve İskenderiye’ye elçi olarak giden, Mısır Mukavkıs’ının Peygamberimize gönderdiği cariye Mariye ve bir çok hediyeyi getiren şahıs olan Hatib b. Ebi Beltaa, casus kurye olarak kullandığı müşrike bir kadın olan SARA’ya para vererek kendisine emanet ettiği küçük bir notu (mektub) Mekke müşriklerinin ogün ki reisi durumundaki Ebu Süfyan’a göndermek istemiş. Fakat,işi bu kadar gizlilik içerisinde yürüten Nebi (SAV) Efendimiz vahiyle durumdan haberdar ediliyor. O da derhal Hz. Ali, Zübeyir ve Mikdad (r.anhüm) hazretlerini görevlendirerek kadının peşine takıyor. Hah Bostanı diye bilinen bir mekanda kadını yakalıyorlar. Kadın yalan söyleyerek böyle bir görevi olmadığını söylese de saç örgülerinin arasından mektubu çıkarıyorlar. Böylece Mekke’lilerin karşı bir hazırlık yapmasına fırsat verilmeden hazırlığın gizliliği korunmuş oluyor.
Hatib b. Beltaa, maksadının bir sırrı ifşa etmek olmadığını, çok güçlü bir orduyla Mekke üzerine gelindiğini, karşı koymadan teslim olmaları anlamında onları uyarmak istediğini, kendi ailesi ve çocuklarının da Mekke’de bulunduğunu ve korunmalarına bir yol bulmak için böyle bir bilgilendirmeye ihtiyaç duyduğunu ifade etmiş, hem peygamberimiz hem de ashab-ı güzin bu mazereti kabul ederek, ma’fuv ve ma’zur addetmişlerdir. Burada da ilahi bir mucizeyle yüzyüzeyiz. Allah, Resulünü bu gizlilikten haberdar etmiştir.
Gizliliğin korunmasının tek sebebi var, o da karşılıklı mukatele olmadan teslim olmaları, her iki taraftan da zayiat olmadan adeta sulh içerisinde Mekke’ye vasıl olunması ve fethinin teminidir. Nitekim Mekke yakınlarına, 16- km. mesafedeki MERRU ZEHRAN mevkiine intikal edince istirahate çekilmeden 12.000- kişilik ordunun tamamına ateşler yaktırılması emrediliyor.
Düşünebiliyormusunuz, Mekkeliler o ateş manzarası karşısında nasıl bir psikolojiye, nasıl bir çöküş ve teslime boyun bükme noktasına geldiklerini anlamak zor olmasa gerek. Savaşta zafere giden yolun, silah ve askeri üstünlük olduğu kadar psikolojik üstünlük te olduğu gerçeğini bir başka ders olarak Allah Resulünden öğrenmiş oluyoruz. Askeri bilgileri gizli tutmak, harbin hud’a, içinde bir kısım hile denebilecek tedbirleri barındırdığını Allah Resulünde görmekteyiz.
Mekke’ye girişte, sadece Halid b. Velid’in birliğine saldırı yapılması sonucu, Mekke müşriklerinden 12/ kişi müslümanlardan da Hubeyb b. Eş’ar ile Gürz ib. Cabir el- Fihri şehid oldular. Enteresan bir olay, İslam ordusu bir vadi içerisinden akın akın Mekke’ye girerken, yakın bir tarihte müslüman olan peygamberimizin amcası Hz Abbas ve henüz müslüman olmamış, ogünün Mekke Reisi ve peygamberimizin aynı zamanda kayınpederi olan Ebu Sufyan yan yana duruyorlar. Ordunun akın akın Mekke’ye doğru vadiden süzüldüğünü görünce, Ebu Sufyan, Hz. Abbas ( ra)a; “Yeğeninin saltanatı ne de büyümüş?!.” deyince Hz. Abbas; “Saltanat değil nübüvvet nübüvvet! Yani Allah’ın hibe etiği peygamberlik şan ve şerefi” dediler. Ve Ebu Sufyan’da, Hz. Abbas’ın teklifiyle müslümanlığı kabul ederek, Mekke’ye girişte kimsenin artık karşı durmaması gereğini hatırlattı.
Nitekim Resulullah (sav) Efendimiz de; “Kim Ka’be’ye girerse o emandadır, yani canı güvendedir. Kim Ebu Sufya’nın evine sığınırsa ve kim de kendi evinde kalıra can güvenliği teminat altındadır. Dikkat edilirse burada da adeta bir geçici sokağa çıkma yasağı gelmiş, herkes ya evinde, ya Kabe’de veya Ebu Sufyanın evinde kalmaya davet edilmiştir.
İşin ehline verilmesi gerçeğini de bu fetih esnasında görüyoruz. Şöyleki, öteden beri Osman b. Talha’nın ailesi Kabe’nin anahtarını muhafaza etmekteydi. Bu manada Kabe için tarih boyunca sidane, sikaye, rifade, hicabe ve imare gibi hizmetler yapılmakta olup, anahtar ve iç hizmetleri hep Osman b. Talha ailesindeydi.
Fetihten sonra Hz. Ali vermemek üzere, henüz müslüman olmamış Osman b. Talha’dan anahtarı almak istese de, Resulullah ( sav) efendimiz; “ Emanetleri ehline veriniz..” emr-i ilahisine müsnet, anahtarı Osman b. Talha’ya teslim edince, o da bu kadirşinaslık karşısında kelime-i şehadet getirerek müslüman olmuştur. Burada da EMANETLERİN EHLİNE VERİLMESİ GERÇEĞİNİ bir fetih esnasında bile hamasi duygulara kapılmadan yerine getiren ve getirten bir peygamberi ahlak görüyoruz.
En büyük kadirşinaslık, af, bağış ve merhamet ise, kendilerini Mekke’den hicrete mecbur bırakan, defaatle Medine’de yaşamakta olan müslümanlar üzerine ordu gönderen, Hz. Hamza ve 70- sahabeyi Uhud’da şehit edip, ciğerlerini ağzında çiğneyen Hind dahil, nice affedilmesi beklenmeyen müşrik ve müşrikeyi affeden Peygamberimizin merhametini görüyoruz. İşte o affedilenler; Abdullah ib. Serh, İkrime b. Ebu Cehil, Saffan b. Ümeyye, Abdullah ib. Zeb’a, Hind ve Hz. Hamza’yı şehid eden Vahşi…
Tüm bu merhamet abidesi Aziz ve Ufuk Peygamberimiz Hz Muhammed ( sav) Efendimizin tasarruf ve davranış biçimlerinden ders çıkarmamız gerekmez mi? En önemlisi de, Beni Bekir’i himayesine alan Mekke Kureyş müşriklerine, efendimiz ve müslümanların himayesindeki Huzaa kabilesine saldırmaları karşısında bir cihat ve Mekke Fethi sonucunu çıkaran Peygamberimiz ve ashabının davranış biçiminden biz de himayemizde olması gereken Filistin ve Gazze müslümanlarını korumak için ABD ve tüm avrupa müstekbirlerinin himayesindeki Yahudilere ve onları himaye edenlere karşı müslümanca bir tavır ortaya koymamız gerektiği halde bu vazifeyi yapamadık.
Kısaca alınması gereken derslerimiz sayılamayacak kadar çoktur. Allah ümmet-i Muhammede basiret, feraset ve şuur ihsan eylesin. Selam ve dua ile….