Türkiye gündemi son iki haftalık süreçte bu kadar da olmaz dedirtecek olaylar zincirleriyle oluşuyor.
Yeni yılın bütçe görüşmeleri kapsamında TBMM’nde yaşanan diyaloglar ve özellikle muhalefet kanadından yapılan etkili konuşmalar, hükümeti oldukça hırpalamıştı.
Özellikle yerel seçimlerden sonra oluşan siyasi tablonun farkında olan iktidar, yükselen sosyolojik komplikasyonun farkına artık fazlasıyla vardı. Hal böyleyken bütçe görüşmelerinde hırpalanmak, iyiden iyiye 18 yıllık iktidarın akıbeti konusunda Ak Parti’yi endişeye sevk etti.
Muhalefet kanadında oluşan stratejik hamle üstünlüğü, iktidarı strateji üretemez noktaya getirdi. İYİ Parti’nin kuruluşuyla birlikte birçok dengenin Ak Parti aleyhine kilitlenmesi, Türk siyasetinde yeni şeylerin konuşulması mecburiyetini doğurmuştur. Siyasi hayatı boyunca iradesinin, yetkisinin ve gücünün ipotek altına alınmasına razı olmayan, bu uğurda Abdullah Gül gibi Ahmet Davutoğlu gibi Abdüllatif Şener gibi birçok yol arkadaşını silmeyi göze alan ve hatta merhum Erbakan’ın liderliğine bile itiraz eden Recep Tayyip Erdoğan, Devlet Bahçeli ve Doğu Perinçek ikileminden oluşan denkleme “bağımlı” hale geldi. Ancak bu üçlü birlikteliğe rağmen seçmende oluşan ve gittikçe derinleşen muhalif refleksin meydana getirdiği tabloda, elde edilen verilerin gösterdiği üzere bu birliktelik olası bir seçimde Cumhurbaşkanı seçmeye yetmemektedir.
Değerler üzerinden kutuplaştırıcı siyaset stratejisini siyasi varlığının en büyük teminatı olarak gören Ak Parti iktidarı, gün geçtikçe aleyhlerine işleyen bu süreci tersine çevirmekten başka çare bulamamaktadır. Her ne kadar oluşan bu tabloyu çeşitli araştırma verilerine dayandırsak da saha araştırmalarından daha da somut fikirleri veren bir diğer önemli detay ise muhalefetin erken seçim restine sayın Erdoğan’ın mesafeli kalışıdır. Normal şartlarda sayın Erdoğan kazanacağına inandığı ve iktidar süresine fazladan iki-üç yıl katacak bir erken seçim fırsatını geri çevirmezdi. Sadece Cumhurbaşkanlığı seçimini bile kazanabileceğini öngörseydi muhalefetin bu restine kesinlikle kayıtsız kalmazdı. Ayrıca sayın Erdoğan’ın artık Ak Parti’nin siyasi akıbetinden ziyade kendi siyasi akıbeti noktasında daha fazla endişe taşıdığı aşikardır.
**
Elbette siyasetin bu dalgalı denizinde muhalefetin şuana kadar zafere gidebilecek süreçte büyük bir ustalıkla yaptığı sörf karşısında mevcut iktidarın hamle yapması elzem oldu.
Şimdi bu gerçekler ışığında son birkaç haftalık süreçte kamuoyunda gündem olan bazı başlıkları ele alalım.
Aslında her şey CHP içerisinde vuku bulduğu iddia edilen tecavüz ve taciz iddialarının gündem haline getirilme gayretleriyle “geliyorum” dedi.
Ardından AHİM’in HDP’li Demirtaş hakkında yaptığı açıklama, CHP’li Fikri Sağlar’ın “Türbanlı bir hakimin karşısına çıktığım zaman adaleti yerine getireceği konusunda kuşkum var” şeklindeki mesnetsiz açıklaması, Sözcü gazetesinin attığı manşette Ayasofya detayı, Genelkurmay Eski Başkanı İlker Başbuğ’un “Adnan Menderes erken seçim tarihini açıklasaydı 27 Mayıs önlenebilirdi.” şeklinde yaptığı “nereden çıktı bu?” dedirtecek açıklama, Boğaziçi Üniversitesi’ne yapılan absürt ve nepotist atamaya karşı, üniversite öğrencilerinin yaptığı haklı protestoların birtakım terör örgütü militanları tarafından provoke edilme girişimleri ardı ardına tesadüf olarak nitelendirilemez gelişmelerdir.
Çünkü Türkiye’nin siyasi ve sosyolojik hafızası bu tür olayların doğurduğu krizler karşısında hala çok tazedir.
Bütün bu gelişmeler tesadüf diyelim, bütün bu gelişmelerin Ak Parti iktidarına siyasi alanda nefes aldıracak olaylar olması da mı tesadüftür?
Tartışılan bazı konular kamuoyunda Ak Parti’yi sıkıştırabilecek açılardan hiç ele alınmadı, gündem olmadı. Mesela AHİM’in kararının uygulanmasının uluslararası kamuoyunda Türkiye’nin hukuk devleti olma özelliğine zarar vermemesi adına doğru olduğunu ifade eden muhalefet yetkililerine “milliyetçilik” diskuru çeken Ak Parti kadrolarına birileri “AHİM’in kararı madem bizi bağlamıyor. O halde Avrupa Birliği uyum yasaları çerçevesinde idamı kaldırarak, hakkında verilen idam cezasından kurtulan ve 22 yıldır Türk milletinin rızkıyla İmralı’da beslediğimiz Bebek Katili Öcalan için niye aynı duyarlılığı göstermiyorsunuz? Öcalan, Demirtaş’tan daha mı masumdur?” diye sorsaydı, acaba hangi cevabı vereceklerdi merak konusudur.
**
Yaşanan bütün bu olaylar karşısında iktidar kanadında yükselen en belirgin ve topyekûn ses; mevcut iktidarın meşruiyetinin hedef tahtasına yine iktidar tarafından zoraki oturtulmasına yöneliktir. Çünkü bu durum Ak Parti adına bir mağduriyet oluşturacak enerjiye müsaittir.
Her geçen gün derinleşen ekonomik kriz, toplumda infial yaratacak düzeye ulaşan nepotist uygulamalar ve Türkiye’nin artık mevcut iktidar tarafından yönetilemez hale gelmesi sonucunda sayın Erdoğan’ı en çok korkutan aslında “zamanında yapılacak” olan seçimlerdir. Çünkü zamanında yapılacak olan seçimler, mevcut koşulların getirdiği nedenlerle oluşan bu krizlerin daha da derinleşmesine zaman tanıyacaktır. Dolayısıyla sayın Erdoğan siyaseten daha fazla yara almadan erken seçime gitmeyi kendisi için en makul seçenek olarak görmektedir. Ancak yukarıda da belirttiğimiz üzere sayın Erdoğan, Türkiye’nin mevcut dengelerinde olası bir erken seçimin de kendilerine şuan için çözüm getirmeyeceğini öngörmektedir.
18 yıllık Ak Parti iktidarının kriz yaşadığı her dönemde olduğu gibi Türkiye yine meşru iktidarın meşruiyetinin “hedef alındığı” algısına zemin hazırlayan gelişmelere sahne olmaktadır. Yani yaşanan bütün bu gelişmelerin tek mantıklı açıklaması: “Türkiye’de mevcut iktidar lehine erken seçime hazırlanacak dengelerin oluşturulmasına yönelik hamlelerdir.”
Bu durumu en net gösteren detaylardan birkaç örnek vererek daha anlaşılır kılalım.
Mesela bugün 2825 TL olan asgari ücret konuşuluyor mu?
Son dört günde doğalgaza %1, elektriğe %6, köprülere %26, trafik cezalarına %9, yumurta ve Ayçiçek yağına %110 gelen zam konuşuluyor mu?
Resmi enflasyonun(!) bile %14 olduğu yerde emekliye ve memura %8 zam verilmesi tartışılıyor mu?
Hayır.
Çünkü bu meseleler iktidarı hırpalayacak meselelerdir. Bunların kamuoyunda tutulması iktidarın değil vatandaşın mağduriyetinin konuşulmasını sağlayacaktır.
**
ABD seçimlerini Küreselci olarak bildiğimiz Joe Biden’ın kazanmasının ardından ABD ile Ak Parti iktidarının kriz yaşayacağı konuşulmuştu. Ancak Biden’ın kazanmasıyla birlikte Washington Büyükelçiliği’ne 1 Mart 2003 tezkere görüşmelerinde ABD lehine garantörlük vazifesi üstelenecek kadar sahiplenici bir rol alan Hasan Murat Mercan getirildi. ABD için Ulusalcı kadroların yön verdiği CHP veya Türk Milliyetçiliğinin kırmızı çizgilerini belirlediği İYİ Parti karşısında en makul müttefik(!) hala Ak Parti’dir. Dolayısıyla Ak Parti iktidarının da daima vurguladığı üzere ipleri Atlantik ötesinde olan “terör örgütlerinin”, bazı kurum ve kuruluşlarda harekete geçirilmek üzere mevcudiyetini koruyan etki ajanlarının, bugün Ak Parti iktidarının meşruiyetinin hedef alındığı algısını oluşturacak eylemlerde bulunması, Türk milletinin siyasi reflekslerini yönlendirme adına gözle görülür bir gerçektir. Dolayısıyla yaşanan malum gelişmelere bu açılardan bakılmalı, Ak Parti iktidarının meşruiyetinin hedef alındığı “algısını” oluşturmaya gayret eden odakların, Türk milletinin bu gibi olaylar karşısında nasıl bir tepki vereceğini bilmeyecek kadar mantıktan uzak olmadığı gerçeği unutulmamalıdır.
İktidarın da geçmişte olduğu gibi bu tarz algı operasyonları karşısında siyasi kazanım elde etme fırsatçılığına yönelmemesi gerekir. Çünkü ABD, müttefiklerini kendi çıkarlarına uygun düşecek dengeler üzerinden belirler ve işlerini kolaylaştırır.
Erken seçim olur mu?
Bunu muhalefet partilerinin şuana kadar kendilerine yönelik her türlü iç ve dış operasyonel müdahalelere rağmen ustalıkla yürüttüğü stratejik hamlelerini devam ettirip ettiremeyeceği hususu belirleyecektir.
Türkiye’nin bu girdabın içinden sıyrılabilmesi ve krizi bertaraf edebilmesi, aklıselim ve makul tarafından yönetilmesiyle mümkündür. Buna da seçmenin geçmiş tecrübelerinden ne derece ders çıkararak sandığa gittiği gerçeği karar verecektir.